şiir = yaşam /ALİ TURMUŞ ( zekeriya çavuşoğlu)

ALİ TURMUŞHer ne kadar ukalalık edip kendime gereğinden fazla güvensem de, bir dosttan alabileceğim desteğe de sınırsız bir istek duyuyorum. Bu yüzden Ali Turmuş ve Neşet Karaçaltı dostlarım en sağlıklı kurtuluş limanlarım oluyor. Her ikisinin de bilgisine, kültürel birikimine ve yazın alanındaki yetkinliğine tüm yüreğimle inanıyorum.

Ali Bey, şiir sarrafı. Mihenk taşı her zaman yanında olduğu için, haliyle üretilenin kırat olarak değerini de o belirliyor. Kusursuzluğu ülkü edinmiş, sıfırcı öğret-menler örneği, gözünden hiçbir şey kaçmıyor. Altı ay, bir şiirim üzerinde Demoklitos’un kılıcını sallayıp bana yüzlerce düzeltmeler yaptırdığını bilirim. Hep de aynı sözle savunur kendini: “ Dostum, ben şair değilim; ama yaşamımın temelinde hep şiir vardır.“ Yazma-ya yeltense yazamaz mı? İnanın hem de şiirin en hasını döker dizelere; ama o hep şiirin susuzluğu içindedir ve has şiirin sularında bir başına doyasıya yüzmeyi yeğler.

Hava biraz serince, içerde oturuyor Ali Bey. Öğretmen arkadaşlardan biri, bıyığımın yüzümdeki konumunu aktarıp, bir çuval bıyığı var adamın diyerek biraz da dalgasını geçerdi. Ali Bey’’in ince, zayıf yüzünü bir uçtan öbür uca kaplayan bu kalabalık bıyıklarını görseydi, acaba bana böylesine seslenebilir miydi

Yaşı elliyi birazcık geçmişti. Kendinden: “Bedebaharın coşkusu, neşet karaçaltınim yan yatmış, batık bir gemiye dönmüş, omuzlarım yitirmiş dengesini, kalbim sağda atıyor, ne önemi var? “ diye söz etmişti kaleme aldığı bir yazısında. Bazen hepimizin gemilerinin de bir anda battığı olmaz mı? Onun da öylesine işte. Onca yıl yaşadığı acıların, çilelerin ve bir aralar içine çöreklenen ölüm kokulu korkuların yurdu değil miydi bu soluk yüz, bu incelmiş, zayıflamış beden. Bedeninin o çelimsiz, zayıf ve iğreti görüntüsüne ( Bu biraz da içinin tam zıddı bir durumdu) rağmen alt dudaklarının üstüne kadar uzanıp hakimiyet kuran, tek tük aklarla harmanlanmış, uzun, kalın bıyıkları, denilebilir ki, onca yıkık duvar altında ( kendi söylemiyle) ayakta kalabilen kocaman bir kale burcu gibi görkemli ve saygın bir görünüme sahipti.

Yüzü incelmiş, avurtları çökmüş, gözleri yuvalarına çekilmiş gibi görünse de, saçlarına ufak tefek aklar düşmeye başlasa da, bütün bu görüntünün aksine, o,yaşamın en savaşkan ruhunu bedeninde taşıyor-du. Bakmasını bilenler gözlerindeki, o yaşama dönük; yaşamın, yaşanası, mutluluk veren, ömüre ömür katan ışıltılarını yakından görebilirlerdi.

“Yaşıyorum varım, aksi halde yokum…” felsefesine sarılarak tutunuyordu yaşama. Artık ertelemek yoktu zamanı. Tüm güzellikleri sermiş yaşam sofrasına, teklifsiz, beklemesiz, doyumsuz bir istekle, ama zamanı da gıdım gıdım yaşayarak tadımlıyordu.

“ Geçmişimle ilgili hiçbir şikayetim yok yaşamaktan yana. Bir aptallığıma yanarım, o da günde iki paket sigara içmem yıllar boyu… Onun da cezasını çok ağır ödedim ve hâlâ da ödemekteyim.” diye de ya-şamındaki en büyük yanlışını dile getirmekten de geri durmamıştı.

Kentimizin her ilçesinde şiir dinletileri yapılıyor. Dört kişiden beşinin şair olduğu ülkemin her taşı-nın dibinden birkaç şair fışkırıyor. Herkes akşam hayal görüp sabah yazdığı şiirlerini dumanı üstünde, taze taze servis ediyor. Daha şimdiden ki-minin üç yüz, kiminin beş yüz şiiri var. Her şeye rağmen yine de olumlu düşünmekte yarar var. Şairlik tafrasıyla sarhoşluk yaşasalar da hiç yoktan elimizde şiir sever bir grup olarak sayabiliriz bu hevesliler grubunu.

Arada şiirin hasını örneklendirenler de yok değil. Bunlardan biri de şiirlerimi anlayan, yorum yapan dostlarımdan Ali Turmuş. Yetmiş altıya merdiven dayamış delikanlı abimiz Neşet Karaçaltı. Uzun za-mandır ayrılmaz üçlüyüz desek yalan olmaz

Ali Bey, içi dışı şiir olan bir dost. Benim gibi ezber özürlü birinin yanında, binlerce dizeyi belleğinde taşıyan ve yaşamını büyük ölçüde onlarla yoğurup onlarla ifade edebilen biri. Tanrı vergisi bir yetenek ve üstüne üstlük yine aynı derecede yorum gücü. Yine KENT SANATÇILARI TOPLULUĞU’nun hazırladığı güzel bir şiir gecesinde onunla birlikteyiz. O güzel yorumuyla başlıyor sunumuna:

─Baharın çoşkusu, dostun tebessümü, havanın ılıklığı, bedenimin sağlığı, hepsi bir olmuş sarmış dört bir yanımı. Lakin bu benim yıllarım, aylarım, günlerim, hatta saatlerim hepsi ile kavgalı… Yetimhane çocukları gibiyim; ortada. Tam da N. Karaçaltı’nın dediği gibi:

“Yüzünün bir yarısı memleket haberleri/Öte yanı suya düşelim…”
Halbuki ne varsa yürekte güzelden yana, sıcacık, paylaşıyorum. Elbette var benim de yaralarım hala kanayan, rüyalarım utangaç, kıpkızıl, umutlarım Kaf Dağı’nın ardında, el değmemiş… Ama bir dudak titremesi, “yarım kalmaya mahkum bu şarkı” diye fısıldıyor habire…Boşuna demiyorum aslında:

“Dünyaları verseler değişmez ki gözlerim
Hep aynı, kararsız, doyumsuz
Ve aynı maymun iştahla geçiyorum dünyadan.
Etimden, sütümden, tüyümden, derimden
alın toprak olmadan…(E. Güleryüz)

Tam zamanıydı hani, bir türkü sesi taa uzaklardan: “Ela gözlüm ben bu ilden gidersem…” Bu nasıl bir boşluk, ayaklarımın yere değmediği?..Ağzımda bilmediğim meyvelerin tadı, gözlerimde acı zaman! Doyumsuz heyecanlarım, günahlarım… Güzelliklere sığınıyorum. Şükrediyorum Tanrı’ya.:

“Taş kesildi sular
Taş kesildi gök
Taş kesildi tüm taşları evrenin taş
Adem’le Havva girdi günahımıza… (A.Kırdar)

Nasıl bir sağanaksa, ne geçiyor, ne tükeniyor, ömür uzadıkça… Takvimlere aldanmamak lazım yani. Bu susuzluklar değil mi yaşama sevincini tetikleyen? A. Kırdar diyor ya:

“On dördünde tutuştu içimde çalı
On dördündedir ilk susuzluğum.
O gün bu gündür Tanrı’m
Bitmez susuzluğum…”

Kim demişti: ” Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır. ” diye? Ya gönlümün sınırları?.. Bırak göz değmesini, daha el değmemiş yerleri var. Ya kitaplar arasında kuruttuğum çiçekler? Ah zaman!.. Hani, anlatarak bitiremediklerimi toplasam, bir gün bile değil. Yani utanmasam

“Bir dertsin ki çıkmıyorsun özümden
Ilık ılık inen sensin gözümden
Ey başımı derde salan nerdesin?..” (A.R.Balcıoğlu)

diyesim geliyor.İnanın bana, insan bu yaşlarda unutuyor çoğu zaman, ‘üzerine güneş doğmuş kar’ gibi olduğunu. Elbette biliyorum, farkındayım gerçeğin:

“Bir süt ırmağı akıyordu boynundan
Omuzlarında iki dolunay göllenmişti
Karnı altın güneşlerde buğday tarlaları
Göğüsleri bağ bozumlarından bir salkım şıra
Dünyanın bütün gülleri ağzında açıyordu
Çoban ateşleri, nar oyukları, yıldız böcekleri
Gövdemde sonsuzluğun diri ayini
Tanrı kirpiklerinden yürüyordu canıma…

Avucumdaki çizgilere baktı uzun uzun
Kalktı.Kalçaları üç kere çizdi kendini
Bahçeye çıktı.Eli göğüslerinde.Ürperdi.
Bir avucunda çiy taneleri, ötekinde yıldızlar
Eski zamanlardan bir murat masalı
Döndü. Tek tek yerleştirdi diliyle kirpiklerime:
“Benden sonra çiy taneleri dökeceksin ama
Yıldızlar seni uzun yaşatacak, unutma.”

Zaman sayılmıyor sevgilim
Hayat Kaf Dağı’nın ardına çekildi
Çiy taneleri kumlarda birer Leyla masalı
Yıldızlar başka avuçlarda terliyor
KİMSE KENDİNDEN BİR YERE GİTMİYOR
YAŞIYORUZ SESSİZCE YARAMIZI SEVEREK…( Ş.Erbaş)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu