Kent Sanatçıları (SÖYLEŞİ – Bölüm 3)

Başka çalışmalarınız da oldu bildiğimiz kadarıyla…

Evet. Kentimizde bizim örnek alacağımız, işleri koyup kotaran, bize yol gösteren kimse yok. Biz bu yoksulluk içinde yolumuzu yordamımızı kendim iz bulduk. Bu yüzden de birçok konuda önderlik etme durumuna düştük. Örneğin ilk zekeriya_cavusoglumüzikli şiir dinletisini gerçekleştirdim. Samsun’da iki kez yaptım bunu.Çok ilgi gördü, salonlar doldu. Aslında ben de beklemiyordum böyle bir ilgiyi. Yalnız bir şey daha belirtmeden geçemeyeceğim. Yapılan şiir dinletisinde şiirler tamamen bana aitti. Kendi şiirlerimi sundum izleyenlere. Geniş bir kadromuz vardı. Tiyatrocular, müzisyenler, ışık, efekt, sahneye aktarılan görüntüler vs. Tam bir imeceydi anlayacağınız. Her zaman söylediğim gibi kent sanatçılığının ayrı ayrı güzelliklerinin sahneye aktarımıydı bu ve çok çok güzeldi. Kent Edebiyatçıları Gecesi de yine benim organize ettiğim güzel bir geceydi. Bu gece de bir ilkti. Zannederim önümüzdeki yıl bu geceleri sürekli hale getirip kent sanatçılarıyla Samsunluları birbirleriyle kavuşturacağız.

Bir sanatçının yaptığı işe duyduğu saygı nedeniyle mahkemelerde hakkını araması ve bu savaşımı kazanması da önemli bir ilk olsa gerek.

Peki diğer kitaplarınız hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Öykülerden başlayalım. “Bir Öpücüğe Barış” 1987’de yayınlandı. Öykülerin çoğu ilk öğretmenlik yaptığım Erzurum ili Çat ilçesi Köşeler Köyü’ndeki anıları içeriyor. 1971-1975 yılları arası kaleme alınmış öyküler. Birkaç öykü de Samsun kaynaklı, daha sonraki yıllara ait. “Bir Öpücüğe Barış” Kültür Bakanlığı Edebiyat ödülleri yarışmasında mansiyon ödülü kazanmıştı. İkinci öykü kitabım “Umutlara Değmez Kurşun” 1995 yılında yayınlandı. Bu kitaptaki öyküler kent kökenli öykülerdir. Çoğunlukla olaydan çok psikolojik iç söylemler önceliktedir. Bu öykülerin de çoğu anı öykü biçimindedir. Kendi yaşamından, duygusal iç dünyamdan, sevgilerimden, özlemlerinden, acılarımdan, sevinçlerimden, göz yaşlarımdan derin izler görebilirsiniz bu öykülerde. Başkalarının yaşamlarından aktardıklarım da yine az çok benden, benim kişiliğimden izler taşır.

Gerçekleşen Düş” 1994’te basılmış masal kitabım. Kitabın sonundaki iki klasik masal dışında diğerleri tamamen benim yaratımım. “Gerçekleşen Düş” İnönü Üniversitesi’nin açtığı yarışmada Türkiye birinciliği ödüllüne değer görüldü. Masallar küçük büyük ayrımı yapılmadan yazıldı. Çoğu büyüklere yönelik masallar. Küçükler okuduğunda kendilerine göre bir şeyler algılarlar. Büyükler ise bu masallarda daha çok şeyler görebilirler. Çünkü masalsı görünse de anlatılanlar günümüzün bir aynası gibidir. Bir de “Türk Dili ve Edebiyatı Bilgileri Kaynak Kitabı“m var. Okul öğrencilerine yardımcı ders kitabı.

Güz Yangını” üzerinde uzun yıllardır uğraştığım romanım. Henüz basım aşamasına gelmedi ama çok umutluyum ondan. İlk kez ‘aşk’ temasını derinine işlediğim bir kitap. Hem bu yönüyle hem de roman türünde bir çalışmam olması nedeniyle.

Elinizde her türlü olanağın olduğunu düşünelim. Sanat adına neler yapmak isterdiniz?

Size garip gelebilir ama bir şiir okulu açmak isterdim. Bunun garip yanı; bu okuldan şiir satarak para kazanılmaz düşüncesi. Doğrudur. Ben para kazanmak isterdim demiyorum ki, şiir okulum olsun istiyorum diyorum. Para umurumda değil. Bir yaşam sanat tutkunu gencecik insanlarla, hevesli çocuklarla hatta yaşı yaşımdan büyük bir dolu insanla hep şiirden konuşmak ne harika bir şey olurdu biliyor musunuz? Ama insanların krizden tepetaklak edilmiş dünyalarında artık sanata yer yok. Zaten sanatçılar da ekmek parası peşinde birer birer köşelerine çekiliyorlar. Ortalarda sanatçı diye salınıp gezenlere bakarsanız durumun vehameti daha iyi ortaya çıkar sanırım.

Sanatta kirlenme diye bahsedilen bir oldu olduğunu söyleyebilir miyiz?

Aziz Nesin’in bir sözü var. “dört kişiden birinin şair olduğu bir ülke…” diye niteler ülkemizi. Ne kadar doğru. Hayatımızı hep kolaydan kazanmaya alıştırılmışız. Bir zamanın başbakanı bile “Benim memurum işini bilir” dememiş miydi? Hepimiz maşallah işimizi çok iyi biliyoruz. Hem de kestirmeden. Onun için sanatçılarımız da maşallah kestirmeden sanatçı oluyorlar. Akşam sevdiğini düşte gören sabah kalktığında şair kesiliyor. Notaları görse Arap saçı resmi sanacak kadar cahil kargalar başımıza bülbül kesilip ses sanatçısı oluyorlar. Hadi diğerleri bir yana ama şu kendini şair sanıp saçma sapan sözlerle orada burada tafra satanlar yok mu, öldürüyorlar beni. Yaşama şiir gözüyle bakmak isteyene bir sözümüz yok. Ama yazılan her sözü şiir olarak algılayıp, başkalarını da bu yanlış kanıya ortak etmek çok kötü. Her yürek yangını nasıl aşk değilse, akşamdan sabaha sayıklanan her söz de şiir değildir. Ahmet Arif koca ozan. Gerçek şair. Onca ömrü bir “Hasretimden Prangalar Eskittim” kitabına harcamış. Çok mu tembeldi yoksa şiirlerini damıttığı imbiği mi çok hassastı. Fuzuli’lerin, Yahya Kemal’lerin, Nazım Hikmet’lerin tek öncelikleri hep şiirden yanaydı.

Yani sözün özü Türkiye’mizde her şey öylesine karmaşık ve yanlış ki kimin ne olduğunu kavrayabilmek güç. Sanat emek ve alınteri isteyen bir iş. Güzelliği en hassas imbiklerden geçirip damıtmak gerek. Ama damıtılan buy güzelliği takdir edecek insanımız nerede? Çoğumuz “Bayıra karşı yatır beni, Tırmala beni kaşı beni…” şiirlerinden(!) zevk almıyor muyuz? O zaman sanatta bu kirlenme çok doğaldır sanırım. Artık birilerinin şair ya da yazar diye lanse etmelerine de eskisi kadar kızmıyorum. Ne yapalım? Atalarımızın dediği gibi “kel başa şimşir tarak

İlgili Makaleler

3 Yorum

  1. Gümüşhane’nin yetiştirdiği değerlerden Zekeriya ÇAVUŞOĞLU üstadımın bu söyleşisini bir solukta okudum. Ve harika buldum. Zekeriya Hocamın izniyle bu yazının tamamını yada bölüm bölüm olarak Kuşakkaya ve diğer gazetelerimizde yayınlamak isterim. Sevgi, saygı ve muhabbetlerimle…..

  2. Sayın İsmail Hayal. Beğendiğinize çok memnun oldum. Tabi ki yayınlayabilirsiniz. Güzellikler paylaştıkça artar. Amaç da bu değil midir? Size ve doğduğum topraklara selam ve saygılar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu