Özlem / hüzün /boynu bükük dizeler Ve neşet karaçaltı
1939 Amasya doğumludur Neşet Karaçaltı. İlk şiirinin 1953’te yayınlandığını düşünürsek oldukça uzun soluklu bir sanat yaşamının karşısında olduğumuz gerçeği çıkar ortaya. 1954’te ” Filizlenen Arzular ” adlı şiir kitabı yayınlanır. Uzun bir süre kitap yayınlamaz. Dergiler dönemi başlar sanat yaşamında. 1957 yılında Samsun’da çıkan “Filiz ” ve “Adım” dergilerinde etkin görev alır. Ardından Amasya’da ” Gençliğin Sesi “adlı kültür ve sanat dergisini çıkarır.
Emeklilikten sonra tüm enerjisini sanat çalışmalarına aktarır. Yoğun bir çalışma temposu içinde ardı ardına kitaplarını yayınlamaya başlar. “Yeşil Irmak Kıyılarında” (2008), “Kara Trenlere Ağıt ” (2009), “Amasya’dan Giderken” (20011) adlı şiir, Samsunlu Şair Ruhi Göktekin(2010)adlı biyografi kitaplarını yayınlar.
Özgeçmişinden kısaca söz ettiğimiz şair dostumun (ağabey sözü daha yakışır sanırım) kitapları arasında şöyle bir dolaşayım dedim. İnsanı ne kadar yakından tanırsanız tanıyın, ruhunun derinliklerine istediğinizce nüfuz edemiyorsunuz. Ama okumasını bilirseniz sanatçının aynası yazdıkları oluyor. En açık, en doyurucu biçimde çözülüveriyor tüm giz dolu dünyalar. Her harf, her dize, her şiir sanatçının ulaşılamamış duygularının, hayallerinin ve düşüncelerinin yapı taşları olarak ortaya çıkıyor.
Neşet Karaçaltı’nın kitaplarını incelerken ben de böyle bir serüven yaşadım. Anladım ki zamandan şikayeti var.Yaşam bir noktadan sonra insanı bilgeleştiriyor. Aşık Veysel’ce, “İki kapılı bir han ” olarak nitelenen bu dünyanın aslında bir düşten ibaret olduğunun algılanılması ve zamanın su gibi akıp gitmesi olgusu şairimizin ruhunda da ateşli fırtınalar yarattığı gerçeği apaçıktır. Buna ilk kez şiir dinletilerinde okuduğu şiirlerinde tanık oldum, ilgimi çekti bu söylemleri. Felsefe derinleştikçe şiir de saflaşıp özleşiyordu. Yaşamın acımasızlığı, yapılması gereken onca işin yanında zamanın kısalığı, yaşamın er geç bir gün biteceği gerçeği, böylesine ince, kırılgan ve hüzne eğilimli bir yürekte kim bilir hangi fırtınalara, tayfunlara ya da yıkımlara neden oluyordu… Şiirleri üzerinde düşünürken hep bu duygularla okudum yazdıklarını. İşte o acı,hüzün ve bir tür serzeniş kokan şiirleri aldı gitti beni bir yerlere. Bu arada “Amasya’dan Giderken” adlı kitabının say-falarına aşağıdaki dizeler döküldü. İlk kez bir dostum için bir şeyler yazıyordum. Sonra dizelerimin ona dokunacağını düşündüm; ama dokunsa da mutlaka yanıtı gelecekti. Bu da o güzel şiirlerden bir yanıt olacaktı sanırım. Şiir dinletisinde okudum şiirimi.
NEŞET USTA’DIR
hüznün kan çiçekleridir bu kırık dökük dizeler
bir derin seherde hesabı görülür senelerin
ateş kızılıdır acılar / kalemler erir, yok olur
sessiz çığlıklara bulanmış
birkaç yorgun imgedir
iliştirilen / zamanın, acımasız ve
sisli duvarlarına
gün, baştan ayağa vurgun yemiştir
bilinci yitik ve sustadır
senelerin şavkı vurur o derin çizgilere
saçlarında kar fırtınaları oynaşır
alev renkli mevsimler takılır dallarına
ellerinde son yapraklar kurumaktadır
sol göğsünün tam orta yerinde
alev alır o eski yangınların tortusu
ağulu bir zamandır solunan
yorgun omuzlara çöker yitik senelerin hüznü
yalnızlığın derbeder bahçelerinde
zakkum çiçekleri boy atar
bir korkuluğun kargalarla sohbeti güzeldir
emektar bir kara tren yüklenir tüm özlemleri
yürekler susuz bir toprak gibi
nasırlı ve çatlaktır
bir ozan damıtır derinlerinde zamanı
dökülür insanlık bahçesine sessiz çığlıklar
gün, baştan ayağa vurgun yemiştir
bilinci yitik ve sustadır
birkaç dize düşer toprağa
bilirim Neşet Usta’dır
(zekeriya çavuşoğlu)
Düşündüğüm gibi yanıtı gecikmedi şair dostun. Ertesi hafta yine dinletide şiirini sundu dinleyicilere. Yine aynı üslup, yine aynı ince düşünceler ve hüzünlerle iç içe duygular.
SONA DOĞRU
Şimdi biz yaşlandık öyle mi
Yani söylemek istediğiniz ıslak bir mendil mi
Kapımızı çalan mı var ki
Açan olsun seher yeli sessizliğinde
İğreti zamanlarımız ne zamandır
Beklenilen dostun ellerinde
Gün olur
Yani sizin beklentiniz olsun diye
Mavi bir yağmur damlasında
Akıp gider ilk sahibine
Yani adımız bir nefesliktir
Gittiğimizde
Biz bu şehirde kimlerdik
Bu sokaklarda gizlenmiş ayak izlerimiz kaldı
Ya suya düşen yıldızlara adres sormamız
Ya sevgisi yarım kalan beklemeler
Adımızın üstüne kuru yapraklar düştü
Tütsü kokusunun haberciliğinde
Neşet KARAÇALTI
Samsun 21 Ocak 2012
Yaşanan geçmişte kalmıştır. Bir daha yakalamak, geri getirmek olanaksızdır. Ozan bu duygunun ağırlığı altında ezilir. Kaybedilenlerin hüznüyle yüreğinde derinden derine bir sızı duyumsar.
…
solmuş bir mevsime
uzanmış ellerimden uzaksın
saksılar kırılmış, solmuş gülleri
kül yağmuru dökülmüş üzerlerine
öyle bir düşmüşüz ki ne kadar koşsak
o kadar büyüyor uzaklığımız.
Duygu adamıdır Neşet Karaçaltı. Sevgisi de, korkusu da, hüzünleri de ürkek ve kendi yalnızlık dünyasına dönüktür. Baştan aşağı heyecan doludur. Zamandan şikayet ederken bir yandan da her anın hesabını yapar, az zamana koca bir yüreğin engin söylemlerini sığdırmaya çalışır. Son birkaç yılda üst üste yayınladığı dört kitabı böylesine bir ruh dünyasının dışa vurumudur sanırım.
Her ne kadar kum saatindeki kumların böylesine hızlı bir biçimde akışından şikayetçi görünse de içten içe yaşama yeni bir istekle sarılış vardır şiirlerinde. Ellerinden kayıp gideceğini düşündüğü güzelliklerin bir daha geri gelmeyeceği bilincinin yarattığı bilgelik onu bambaşka bir dünyanın uçsuz bucaksız derinliklerinde dolaştırır. Düş gücü daha bir zenginleşir, imgeler daha bir belirginleşir ve görülen dünyayla, görünmeyen dünya arasında gizemli bir birliktelik oluşturur.
…
soyun dalgın düşlerini gün doğuyor Azelya
ateşim var parmaklarımdan dökülüyor
tut beni Azelya kaçıyor bir yanım benden
beyaz giysilere sardılar beni sensizlikteyim
Azelya begonvilleri unutma
son şiir akşamlarında beni sor, beni ara
ilkbaharlarda gelecek
göçmen kuşlarda bekle beni
düşlerinde şiir şiir oku beni Azelya…
Azelya ölüm kaç nefeslik uzak bakıyor…
NEŞET KARAÇALTI- Samsun 2011
Neşet Karaçaltı’nın şiirlerinde, geçmişe özlem, çocukluk günlerine dönüş, anne sevgisi, , doğduğu topraklara eksilmeyen bir bağlılıkla sevgi ve hüzünlü duyguların derinliklerinden su yüzüne çıkan seslenişler ağırlıklı temalar olarak dile getirilmiştir.
Yukarda, Azelya adlı şiirinin bir bölümünden alıntıladığımız bölüm onun psikolojik derinliklerinden dizelere aktarılan yoğun duygularının örneklerinden biridir.
kırlangıçlar yuvalarına kondular
seni düşündüm, ben ortanca oğlun
bu sabah göçmen kuşlar geldi anne
iki de bir kaçıp giden oğlun
Çocuk denecek yaşlarda ayrılmıştır ana ocağından. Ne ana kokusuna doyabilmiştir ne de sevgisine ve şefkatine. Bir yanı hep eksik kalmıştır yüreğinin, bir yanı hep aç, açıktadır. Buruk bir suçluluk duygusu yakar yüreğini. Aslında ardında bırakıp da doyasıya yaşayamadığı anne sevgisinin ve sıcaklığının boşuna harcanmış onca senesine yakılmış özür dizeleridir bunlar.
ben seni özledim, yüreğimde bir sancı var
al götür beni anne
…
yeniden yarat
yeninden sar beni, öp beni anne
seni öylesine özledim
Anne,sürekli kirlenen, duyarsızlaşan, özünden uzaklaşan dünyanın en sevecen, en mutluluk verici sığınağıdır ozan için.O temiz, saf dünyanın dertlerden, tasalardan, ikiyüzlülüklerden ırak dünyası hayali de olsa özlemlerinin en korunaklı sığınağıdır. Kendini yitirdikçe anne dizine başını koyup yüreğinin derinliklerinde sakladığı o çocuksu saflığı su yüzüne çıkarır. Örselenmemiş, bozulmamış özüne döner. Ancak orda arınır, mutsuzluklarından, kederlerinden.
toprağa karışmış süt kokuyor ellerin
Amasya’ya yağmur yağıyor anne
gidiyor bir yanım benden
ellerin saçlarımda kalsın anne
Süt, temiz, saf ve yalın güzelliktir.Annedir, sevgidir, var olma sebebidir.
Toprak da annedir. Nasıl ki yaşam nedenimiz annedir, toprak da yaşarken yaşam nedenimizdir. Doğurgandır, art niyetsizdir, karşılıksız verendir. Anne ve toprak aynı duygularda özdeşleştirilmiştir. Ayrıca bu dünyadan uzun zaman önceleri ayrılan anne kendi gibi aziz ve sevgi dolu bir başka anneyle, toprak anneyle, bir arada dillendirilmiştir. Bir bakıma ölümün soğukluğu toprağın bu özellikleriyle hatırlanmak istenmeyen korkunçlu-ğundan arındırılmıştır.
Anne dizi kadar çocukluk yıllarına da özlem ve kaçış vardır Neşet Karaçaltı’da. Art niyetsiz, sorumluluklardan ırak ve cıvıl cıvıl bir çocukluğun sevgi ve yaşam dolu dünyası ne güzeldir. Geriye dönüp baktığımızda çocukluğumuzdan başka ne kalmıştır ki bizi mutlulukla el ele tutan.
dağına hançer saplanmıştır Ferhat’ın
paçalanmış bir sevdanın su kanalları
Amasya’da her sabah bir Şirin ağlar
…
dönsün Yeşilırmak’ın dertli dolapları
gelin kemeri köprülerinde her gece
ay bakışlı Mihri Hatun ağlar
“Amasya’dan Giderken” adlı şiir kitabında Ferhat ile Şirin’in ve şair Mihri Hatun’un duygularından damıtılan hüzün kokan aşk dizeleri dile gelir. Bu kişilikler kentin maddi değerleri yanında,vazgeçilmez kültürel değerler olarak sunulmuştur okuyucuya.
…
çalar yorgunluğumuzun zilleri
eski zamanlardan bir kapı açılır
tütsü kokusunda odaların sahipsizliği
kırık bir çerçevede bir eski resim
…
eski evleri de yıkarlar
ve çığlığı başlar odalarda kalan seslerin
…
Yeşilırmak köprüsünde bir yaralı serçe
öykülerden uzanan bir çocuk eli
ve kapılara çekilmiş paslı zincirler
…
Çürük bir yapı olarak nitelendirilen o eski evler maddesel kimlikleri yanında bünyelerinde barındırdıkları sayısız yaşanmışlıklarıyla da önemlidirler. Nasıl ki insan beden ve ruh ikilemesinden ayrı düşünülemezse, bu eski binalar da geçmişin ruhunu taşır yaşanmış olandan yaşanacak olana. Odalarda sessizliğin sesleri çınlar. Anılar dile gelir bir bir. Tüm acılar, mutluluklar ve yaşanan yaşanamayan tüm duygular bir film şeridi gibi canlanır özlemli belleklerde. Örnek olarak aldığımız bu dizeler ozanımızın geçmişe yaptığı duygusal bir yolculuğun yansıması gibidir. Geçmişte yaşananlar bugünkü gibi dile gelir, ses olur, derin bir ruh dünyasının aydınlığında yeniden canlandırılır.
“Küçük İstasyonlara Ağıt” adlı şiir kitabında bir başka nostalji dile getirilir.
sevginize adımı yazıyorum trenler
konuk olduğum küçük istasyonlarda
mum ışığında aldığım biletler
anılarımda duruyor
telgraf tellerindeki suskun kuşlar gibi
Tren duyguların düğümlendiği noktadır. Kavuşmaktır ki tüm duygular tüm olaylar, anlatımlar orda birleşir. Asker, gurbetçi, gelin. anne, çocuk, hasta; umutlu umutsuz her bir istasyonların değişmez sakinleridir. Neşet Karaçaltı istasyonlardan Anadolu’nun, Anadolu insanının ruhuna doğru duygusal bir yolculuğa çıkar .
katar katar giden trenlerde
sabırsız yolcular gibiydim
yoldum saçlarımı tünellerin karanlığında
kara sabanla çifte gidenleri gördüm
yurdumun sabahlarında
Yorumlarda taraflıdır sanki başkaları değil de kendisi yaşar acıları, gurbeti ya da özlemleri. Hasta yolcuların ince bir umuda tutunmaya çalıştığı bu ruhsal yolculukta hep yanlarında olur. Onların yerine aç duyar, onların yerine umut eder, onların yerine duygusal bir yoğunluk içinde kendini yok eder.
o trenler ki
yılkı atları gibi
koşuyordu karanlık tünellerden
nice köprülerden
yolcuların yüreğinde düğümlenmiş acılar
gittiler rayların seslerini dinleyerek
geriye dönmediler
Trenler, türkülere söz olan, yüreklerde hüzün ya da sevinç fırtınaları yaratan, özlem ateşleriyle istiflenen, gurbete kapılar açan, sılaya mutluluklar taşıyan trenler… Bir dönemin yaşam gerçeklerinden biridir trenler…
nice tren yolculuklarımda
halk ozanları gördüm ellerinde sazları
türkü çığırıyorlardı
gurbet üstüne sevgi üstüne
duru sular kadar duru
Türkçem akıyordu dudaklarından
…
Sonra kaybedilenlerin ardından duyulan hüzün takılır dizelere. İçindekiler bölümünü incelediğimizde şiir başlıklarında bile bu yaralı yüreğin hüzün dolu inleyişlerine yakından tanık oluyoruz. “Gelmediler, Gittiler,Ateş Bize Düşmesin, Kara Tren Çıkmazı, Gurbet Trenleri…”
…
bırakıp giderim birazdan
ellerimde hep o ıslak mendil
durmasız sallanır tren penceresinden
…
Zaten bundan değil midir ki adına kara tren konmuş da kavuşturdukları hep görmezden gelinmiştir.
Neşet Karaçaltı, anılarına takılan kara trenlerin beyaz yüzünü, en ince ve en hassas duyguların imbiğinden geçirerek sunmuştur okuyucularına. Kara trenler, geçmişe özlemdir, hızla geçip giden yaşam trenine bilgece bir tavırla el sallamadır, hüzün dolu bir kabullenmedir yaşanmış olan ve yaşanacak olan tüm gerçekleri…
ÖMRÜM TRENLERDE GİBİ
Özlediğim istasyonlar vardı
Bitmiş zamanlardan kalan
Eskimeyen şarkılar gibi
Durup durup söylediğim
Trenler gelip giderken
Uzak tünellerde gün bitmektedir
Solmuş çiçekler gibiyim kırık saksılarda
Ömrüm trenler gibi gitti durmasız
Unutulmuş bir istasyon gibiyim şimdi…
Hepimizin ömrü de trenler gibi değil midir, ardına bakmadan giden. Ufacık bir iz bırakılmışsa ne mutlu bırakana….
Bir insanı her yönüyle böyle muhteşem anlatabilmek apayrı bir yetenek olsa gerek.Bunun için yazar şair, olma dışında bir Allah vergisi yetenek ve bunu kullanabilecek akıl.İşte çavuşoğlu farkı.TEBRİK EDERİM