ORTALIK ŞAİR DOLU

“ Dört kişiden, beşinin şair olduğu bir ülke…”  AZİZ NESİN

 Akşam sevdiğini düşte gören sabah kalktı­ğında şair ke­siliyor. Ya­şama şiir gö­züyle bak­mak güzel de, yazılan her sözü şiir olarak al­gılayıp, başkala­rını da bu yanlış yargıya ortak et­mek kötü. Her yü­rek yangını­nın aşk olmadığı gibi, ak­şamdan sabaha sa­yıkla­nan her sözün de şiir olmaması yadsınamaz bir gerçek­tir.

Adımız şaire çıktığından beri hep aynı sıkıntıyı, hep aynı üzün­tüyü, biraz da (üz­günüm ama) hep aynı öfkeyi yaşarım. İn­sanlar gelir her yaştan. Ellerinde yaşamın her türlü rengini, biçimini ve duygularını taşıyan bir sürü kara­lama­lar. Hepsi de alabildiğine heyecanlı, ala­bildi­ğine sabırsız ve istek doludur. Mutlulukla mut­suzluk arasındaki o ince çizgide bir o yana, bir bu yana sürükle­nip giderler. Umut­ları ağzı­nız­dan çıkacak bir beğeni bildiren sözde gizlidir. Hep onu beklerler siz­den. Yaz­dık­larının değeri ne olursa olsun, sadece ve sadece ağzınızdan çıka­cak bir beğeni söz­cüğü mutlu edecektir onları. Yaz­dıklarıyla ken­dile­rini özdeşleşti­rirler. Yazdıklarını beğenmek onları beğenmek­tir. Ak­sini göz­leri­nizden algı­ladıklarında öylesine bir yı­kım yaşarlar ki sorma­yın… Belli etmeme­ye çalışsalar da yü­reklerinde öfke denizle­ri kabarır. Sizi, önüne geçilmez fırtınaların kollarında uçsuz bucaksız ka­ranlıkla­rın derinlikle­rine yollarlar. Aşağılan­dıklarını düşünüp, sizin şiir­den anla­madığınız teselli­siyle yüreklerinin ateşini so­ğutmaya çalı­şır­lar.

Onları hep üzüntüyle izlerim. Yetenek­sizlikle­rinin, tembellikleri­nin, kültürel yönden temel­sizliklerinin suçlusu sanki benmişim gibi ne ya­pacağımı şaşırır, bir sürü gereksiz sözle kı­rılan kalple­rini tamir etmeye çalışırım.

Aslında üzülmek de, teselliye uğraş­mak da boşuna. Galile’nin de de­diği gibi ” Biz ne der­sek diyelim yine de dünya dönüyor ” Bunu ter­sine çevirmek ola­nak­sız. Ne kadar üzülsek, ne kadar teselli arasak bo­şuna. O güzelim ka­ğıtlara özenle nakışlanmış her yazı şiir olamı­yor.

Bu, işin sadece bir yönü. Gelelim diğer yö­nüne. Aslında bu gibi kişilere üzülüyo­rum, ama bir yandan da öfkeleniyorum. Yani şiir yazmak, şair olmak ya da daha doğru bir söy­lemle sanatçı olmak bu kadar kolay mı, bu kadar ucuz mu? Diyelim ki il­ham perileri bir akşam seni ziyaret ettiler. Çok duygulandın, bir başka du­yumsa­dın kendini ve de aldın ka­lemi eline bir şeyler çiziktirdin. Satırları şiir dizeleri gibi alt al­ta sı­raladın. Birkaç da uyaklı söz ve sana göre oldukça derin anlamlı cüm­leler… Di­ze başlarında bü­yük harf bile kul­lanmış­sın, ne güzel!.. Hatta bazı yerlerde di­zele­rin hece sayılan bile eşit olmuş sen farkın­da olma­dan. Eh, buna şiir denmez de ne­ye şiir denir? Sabah uyandığı­nızda yakala­dığınız ilk kişiye okuyorsunuz yazdıklarınızı. O ve başka­ları sizi pohpohla­yıp “işte buna şiir denir” diye sizi göklere uçu­ru­yor. Mutlu­sunuz. Bir şiiriniz doğdu ve ar­tık siz de büyük bir şairsi­niz.

Yani bu kadar kolay ve ucuz…

Sahiden öyle mi? Hepsi bir yana bu ka­dar ko­lay elde edilen bir şairli­ğin kime ne yararı ola­bilir ki? Senin gibi yüzlerce, bin­lerce, hatta mil­yonlarca şairin göğsünü ge­re gere gezdiği ve ” Ben de büyük bir şa­i­rim ” dediği yerde se­nin şairliğinin kaç paralık de­ğeri vardır?

Yani bu kadar kolay mı şair olmak, bu kadar ucuz mu?

Ahmed Arif, hepimizin bildiği, tanıdığı, gerçek bir şair. Koskoca bir ömür bo­yunca sadece bir tek şiir kitabı yazabilmiş. “Has­retin­den Pran­galar Eskittim” bugün Türk Edebiyatı’nda zirve sayılan yapıtlar­dan biri. Yahya Kemal şiire bir ömür ver­miş, hatta ölüm döşeğinde bile üzerinde kırk yıldır uğraştığı bir şiiri son­landırmaya çalışmanın sevdasını yaşamış. Fuzûlî şiir­leriyle en ünlendiği yıllarda bile te­mel­deki eksiğini anlayıp binlerce bi­limsel ya­pıta göz nuru dök­müş… Yani senin bir gecede sayıkladıklarına onlar koca bir ömür ver­mişler, umu­runda mı? Birileri senin der­me çatma çi­ziktirmelerine sırf hatır gönül için ‘ şiir ‘ dedi ya !… Uçup gittin bulutların­da ötesine. Umu­runda mı artık dünya… Sen yazdın ve oldu. Gerçek şairlerin gece ve gün­düz bir­kaç dize pe­şinde verdiği ölü­müne uğraş, alınteri, göz nuru ve çekilen onca çile senin umurunda mı?

Yetenekli gençlerin yazdıkları mutlu ediyor beni. Çünkü onlar şiir için uğraş­maya hazırlar. İçlerinden birkaç tanesi vazgeçme­den sonuna dek giderse ne güzel. Onları yönlendirmek, yürek­lendir­mek gerek. Onları gerçek­ten be­ğeni­yorum. Kıpır kıpırlar, tap­taze, samimi ve dostça duy­gularla sarılı­yorlar kale­me. Eksik­liklerini biliyorlar. Her şeye umutla bakı­yorlar, her şeyi merak edi­yorlar, her şeyi öğrenmek istiyor­lar. Ya­şam onlar için zevkli bir bilmece gibi. Çözdükçe mutlu oluyor­lar… Şiiri de öyle. Şiiri de öğ­renmek, onun tadına varmak istiyor­lar. Zoru gö­rünce kaçmıyorlar, engellerden ve çilelerden yılmıyor­lar. Onlarla mü­kemmele ulaşmak daha kolay. Çünkü önlerinde ya­şa­nacak daha nice dene­yim, daha nice gü­zellik­ler var. Onlarla aynı havayı solumak mut­luluk verici…

Ama şu “sapla samanı karıştıranlar” yok mu, deli ediyorlar beni. Ye­teneksiz­dir­ler, bilmezden gelirler. Tembeldirler, araş­tırma yap­mak, okumak, irdelemek hak ge­tire. Gazetelerin satırbaşla­rına bile bak­maktan erinirler. Tele­vizyondan kulaklarına üflenen bir­kaç söz ye­terli­dir onlar için. Başkalarının düdüğü ol­maktan aca­yip, zevk alırlar. Üfle­nen düdüğün, tükürüklü sesleriyle artı­rırlar kültür­lerini. Gözleri ol­dukça keskindir. Burunlan iyi koku alır. ; Sineğin yağını çıkartırlar yeri geldiğinde. Söz düşmese de bir çırpıda sözü ağzınız- , dan çalar, mangalda kül bırakmazlar. Sanırsı­nız ki alçak dağlarını yıkmıştırlar. Her işte önceliği ka­pıp, işin ehlini çiğner geçerler. Atılganlıkla­rıyla da her zaman sıranın hep ön taraflarında yer bulurlar. Sıranın kendile­rine gelme­sini beklemektense, güçlü omuz darbeleriyle en öndeki yeri bi­lekleri­nin gücüyle elde ederler.

Nasıl olsa burası Türkiye. Sanatçı olmak çok kolay (!) Azcık ka­fan ça­lıştı mı tamam. Utan­mazlık sende, yüz­süzlük sen­de, yalaka­lık sende. Okuyup, zaman kay­bet­mek neyine ? Neymiş, bir­kaç dize için günler, geceler, hatta yıllar harcanacakmış. Uyku­muz gece­ler boyu alınteri, göz nuru dökerek; bir tür çile çekile­cek­miş. Ne­yi­ne gerek ? Aptal mı ki o (!) Azcık bacağını açar, karga se­siyle iki de gakladı mı ta­mam. Al Şana ses sanatçısı (!) Rejisörle hal­vet olup, okkalı bir para baba­sına da sırtını dayadın mı, ardından da iki paparazzilik poz… Eh TV oyuncu­luğu, sinema artist­liği cepte (!)  Sen yıllarını mü­zik için harcamış, ti­yatro­nun tozlu sahnelerinde aç, su­suz, ama onca onurlu yıllar tüket­miş insanlar kadar aptal mısın (!) Önemli olan para, şan, şöhret değil mi? Önemli olan hedefe ulaşmak değil mi?  Çiğner ge­çersin onları. Tüm utanmazlığınla , tüm yüzsüz­lüğünle tüm pişkinli­ğinle.

Burası Türkiye. İnsanların umutlarını spor-toto, spor-loto, pi­yango, at yarışları, sayısal loto gibi kolaydan köşe dönme oyun­larına bağladık­ları ülke. Bizim ülke­miz. Baştan başa cennet, baştan başa be­reket ko­kan ülke­miz. Bizim ülkemiz…

Tüm yaşamını beş tane atın koşusuna bağla­yıp dünyayı unutan in­sanların ülke­si, bizim ülkemiz. Hep kolayı, hep emeksiz ye­meği, hep çoğu isteyenlerin ülkesi. Bi­zim ül­kemiz. Neyine sanat, ne­yine sanatçı, neyine gerçekler? Göz­leri kör, kulakları sa­ğır. Tüm duyguları estetik­ten, beğeniden, sanatçı duyarlılığından uzak insanların ne­yine sanat, neyine sanatçı ? On­ların göz­leri bağlı, ku­lakları sağır. Sofrasına ne ko­nursa onu yiyor. Etinden et kopartır­casına ciyaklayan sahtekârları şarkıcı, bacağı gü­zel hanımları oyuncu, yalelli havalarını da ulusal kültür sanıyor. Eh, hal böyle iken izin ve­rin de Ferdi Tayfur’un “Marak etme sen…” inleyiş­leri de şiir olsun.

Kızıyorum, hem de çok kızıyorum. Kız­maya, bağırıp ça­ğırmaya hiç hakkım ol­madığını bildi­ğim halde yine de kızıyorum. Ben ki kırk yılı aşkın bir zaman dilimini yaz­maya adamışım… Bir koca ömür de­mek bu… Ama halâ kendime “sanatçı­yım” derken du­rup düşü­nüyorum, “aca­ba ?” so­rusu devamlı yüreğimi rahatsız ediyor. Kızı­yo­rum arkadaş çok kızıyorum. Kız­gınlığım kimseye değil, as­lında kendi­me hep. Benim onca yılda başaramadığımı birkaç gece­lik hayallenmesiyle kitaplara döküp, birkaç gece alınteri, göz nuru akı­tarak oluşturdukları ürünle­riyle baş köşe­ye kurulan şair ve yazar­lara imreniyorum ve hatta Tanrı bilir çok kıs­kanıyorum.

Kızıyorum arkadaş. Geçen onca sene­ye, onca gereksiz uğraşıya, çeki­len onca çileye, doğum san­cıları çekerken güne ka­vuşan onca geceye kızıyorum. Ben kendi bece­riksizliğime kızıyo­rum(!..)

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. Bu yazı, geçen sene ağustos ayında aynı fikirleri düşünmeye başladığım zamanlardan dolayı ilgimi çekti. Yaşım 20. Küçüklükten beri yazmaya bir ilgim var. Fakat Türkiye’nin nüfusu kadar şairi olduğundan gerçek kişiliklerin önü kapanması gerçeğine çok üzülüyordum. Bu yüzden, sırf bu yüzden o ağustostan beri yazmaktan kendimi alıkoydum, yazmaya çok isteğim olduğu ve kendimi tutamadığım birkaç sefer dışında… Ama haklısınız hocam, yazınızın konusunu arkadaşlarla tartışmıştım daha önce. Fikrimle örtüşen bu yazı hem benim hem sizin haklılığınızı kanıtlıyor. Emeğinize sağlık.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu