KENT SANATÇILARI VE ZEKERİYA ÇAVUŞOĞLU
“Samsun Kent Sanatçıları” kavramı Zekeriya Çavuşoğluyla özdeş. Yıllardır, Samsun bünyesinde taşıdığı değerleri bir araya getirememişti. Oysa bireysel etkinlikler dikkat çekecek kadar çoktu. Zekeriya Çavuşoğlu’nun öncülüğü ve çabası sonucu 27 Şubat 2007’de Samsun Öğretmenevi’nde bir tanıtım ve sunum toplantısı yapıldı. Şairler-yazarlar-aşıklar yapıtlarından örnekler verdiler. Görüldü ki Samsun, içinde göz değmemiş nice güzellikler barındırıyor.
“Atatürkçü Düşünce Derneği Samsun Şubesi” olarak bu değerleri tanıtarak sanatsal ve düşünsel gelişime katkı sağlamayı öne alma gereği duyduk. Çünkü, inanıyoruz ki Atatürkçülük üretmekle yücelir. Samsun sanatçılarının sesini önce Samsunluya, sonra da ülkeye duyurmayı hedefledik.
Atatürk ilkelerine bağlı, bu yönde yapıt veren yöre sanatçılarının tanıtımına Zekeriya Çavuşoğlu ile başlamak doğru bir yaklaşım olur kanısındayız.
Zekeriya Çavuşoğlu 1952 Gümüşhane-Torul doğumlu. Edebiyat öğretmeni (Emekli-özel dershanede çalışır). “Anadolu Destanı” ve “Sessiz Kalemlerin Öyküsü” yayınlanmış şiir kitapları. “Bir Öpücüğe Barış”, “Umutlara Değmez Kurşun” öykü kitapları ile, “Gerçekleşen Düş” masal denemeleridir. Bir de “Edebiyat Bilgileri” kaynak kitabı yayınlanmıştır. Samsun yerelinden Türkiye görünümüne uzanan uzun soluklu bir şiir çalışması sürmektedir.
Bernard Shaw bir sözünde: “Erkli olan yapar, erkli olmayan öğretir.” der. Çavuşoğlu hem iyi bir öğretici, hem de beyin dokusundan güzellikler sunan üretici. Eğitimde bir “beyarı” iken genç yaşta emekli olma gereğini duyanlardan.
1984’te Samsun 100. Yıl Lisesi’ne atandığımda, her geçen gün Çavuşoğlu’nun ayrı bir özelliğini sezdim. Aynı okulda öğretmenlik yapmanın yanında, duyguda ve düşüncede bir olmanın hazzını da yaşadım.
Edebiyat öğretmeni olmasına karşın onda sezdiğim ve gördüğüm ilk özellik iyi bir güreş ustası oluşuydu. Öğrencilere bu yönde gönüllü antrenörlük yapmasının ödülünü, yetiştirdiği öğrencilerin aldıkları derecelerle yansıtıyordu.
Gün geçtikçe, bu güreş ustasının iyi bir “saz ustası” olduğunu fark ettim. Zaman ilerledikçe “karalama defterleri”ne ulaştım. Gördüm ki Zekeriya usta sadece iyi bir öğretmen değil, aynı zamanda yüreğini beynine katanlardan.
İnsan fark edildikçe güzelleşir. Zekeriya Çavuşoğlu da gizil güçlerini gün ışığına çıkardıkça güzelleşen, yazdıkça umut saçan bir değer. Taşıdığı artı değerler, usta bir dil olgusuyla bütünleşince ortaya dikkate değer yapıtlar çıkmaya başladı.
Dört yıllık özenli bir çalışma sonunda “Anadolu Destanı” çıktı ortaya. İlk yapıtın “destan” türünde oluşu kanımca onun, halk ezgilerine, halk kültürüne, ulusal değerlere yatkın olduğundadır.
Çavuşoğlu’nun dünyasında sevgi ve paylaşım vardır. “Bir Öpücüğe Barış” kendi yaşantısından öyküler toplar bünyesinde. “Umutlara Değmez Kurşun” da öyle. Sevecen öykülerdir hepsi. “Gerçekleşen Düş” de düzyazı-masal. Masallar Çavuşoğlu’nun dilinde bana Eflatun Cem Güney’i anımsatır. Bu yapıtıyla, İnönü Üniversitesi masal yarışmasında “Türkiye Birinciliği” aldı. Anadolu Destanı Milli Eğitim Bakanlığı’nca okullara tavsiye edildi. Bir Öpücüğe Barış’la kültür Bakanlığı mansiyon ile yine Anadolu Destanı ile (Yapıtın bir bölümü Çanakkale Destanı’dır.) Çanakkale Turizm ve Tanıtma Derneği’nin, Türkiye genelinde açtığı şiir yarışmasında jüri özel ödülünü aldı. “Sessiz Kalemlerin Öyküsü” uzun soluklu üç şiirden oluşur ve bunlar da Samsun Mili Eğitim Müdürlüğü’nün öğretmenler arasında açtığı şiir yarışmalarında, üç sene üst üste aldığı birincilik şiirlerinin birleşmesidir.
Düzyazılarında da şiirsellik görülen Çavuşoğlu’nun cümlelerinde “Dede Korkut” yalınlığı vardır. Sözcüklerin seçimi, ses ahengi, yapıtların düşünsel-kurgusal ve duygusal boyutu okuyucuyla kaynaşıyor. Bu yönüyle şiirsellik daha ağır basıyor. Gümüşhane’nin yalçın dağları arasındaki bozulmamış Türk kültürü bir kalıt olarak benliğini sarmış, saf-arı Anadolu Türkçesi ve gelenekleri onunla bütünleşmiştir.
Çavuşoğlu aynı zamanda iyi bir gözlemcidir. Öğretmenlik görevine uzak bir Anadolu köyünde başlamıştır. Halk yaşantısı onun potasında süzülerek Dede Korkut öykülerine dek uzanır. Dizelerin oluşumundaki sıcaklık Dede Korkut söylemiyle bütünleşir.
Şiir söz sanatıdır. Ancak Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in birleştikleri ortak tanım, “şiir, sözle musiki arasında, sözden çok musikiye yakın olan bir yazın türüdür.”
Aslında söylenmedik söz yoktur; ancak söyleyiş biçimi bizi yeni buluşmalara götürür. Herkes pirinç pilavı yapar; ama lezzeti aynı olmaz. Sözcükler aynı olsa da onların dizilişi, dost sözcüklerin kaynaşması şiirin hasını çıkarır ortaya. “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” atasözü boşuna söylenmemiştir. Zekeriya Çavuşoğlu’nun harmanında sözcükler musiki ile birleşir, ezgiler gönüllerde bağdaş kurar. Duygularını imgelerle anlatmak yerine duru, açık bir söyleyişle ortaya çıkmaktan çekinmez. Kimileri gibi duygu ve düşünce yetimi değil, onun potasında sözcüklerin verimli harmanı savrulur.
Suut Kemal Yetkin, “Şiir Duygusu” yazısında ünlü bir ozandan şöyle bir örnek verir:
“Dişimde denediğim yumurtası kayıkların
Üşürse deniz kızı mağaraları” (O. Rifat)
Peşinde de şöyle sorar yazıda:
“Ne anladınız demeyeceğim, ne duydunuz, söyler misiniz?”
Yine anı şiirin şu dizelerini alır:
“Kalkar dağlar dağların üstünden
Evler evlerin üstünden” (O. Rifat)
“Bu dizelerde de içimizdeki çağrışımların, anlatılmaz izlenimlerin özetlendiğini görürüz.” der, S.K. Yetkin.
Şiir bilmece değildir ki birtakım zihin oyunlarıyla anlatılsın. O, duygusunun oluşumunu, insanlarda ortak güzellikler yaratmak için kullanır.
Anlama yüz çevirmiş şiir peşinde koşanlardan biri de Fransız şair Mallerme’dir. Bir ömür verdiği halde onu günümüzde yaşatan “anlama yüz çevirmemiş” olanlardır.
Zekeriya Çavuşoğlu’nun şiirinde anlamla bütünleşen şiirsellik, ezgilerle örülmüş gibidir. Onun bu özelliği sanat kişiliğinde uzun soluklu bir ozan olacağının işaretidir. Çünkü şiirlerinde O, umut aşılar; karanlıklar onun dilinde her zaman yeni güne gebedir.
Çavuşoğlu’na, “Şiire ne zaman başladın?” gibi bir soru sormak aklımdan geçmedi. Çünkü, ilk şiirler yazılmaz, duyulur. Yılların birikimiyle büyüyen, çoğalan duyarlıklar gün olur, bahar tomurcuklarının bir gecede çiçeğe dönüşmesi gibi sığmaz kabına, çatlar. Bir bahar dalı değil, baharın tüm renk ve kokularının toplandığı yapıtı Anadolu destanı’dır Çavuşoğlu’nun.
Ozanın “Anadolu Destanı” günümüze değin üç baskı yapmıştır. Çeşitli gösterilerde sergilenen bu yapıtın büyük bölümü 19 Mayıs Üniversitesi salonlarında müzikli gösteri olarak da sunulmuştur. “Sessiz Kalemlerin Öyküsü” de Samsun Gazi Belediyesi Tiyatro Topluluğu’nca sahnelenmiştir.
Elleri ağaç kabuğunca nasır.
Gözleri bir putçasına sabit
Binlerce yıl öteden bakar gibiydi.”
Anadolu Destanı iki büyük bölümden oluşur. Birinci bölümde geçmişten geleceğe bir panorama çizilir. Çanakkale öncesi Türklüğün onurlu geçmişi anlatılır.
“Ayakları bin yıllık ağaç kökleri gibiydi
Elleri ağaç kabuğunca nasır.
Gözleri bir putçasına sabit
Binlerce yıl öteden bakar gibiydi.”
Orta Asya’dan göçle başlayan bölüm, Anadolu’nun yurt edinilişi, yükselişi ve çöküşü özetlendikten sonra:
“Düşman ateş gibiydi
fırtına olduk
sel olduk, deniz olduk
Karanlık bir gün gibi çökünce üstümüzeGün olduk-güneş olduk
Gök bizimleydi-yer bizimleydi
Yürüdük birkaç can bırakıp
Mal-davar-kan bırakıp
Yürüdük, yeni gün doğarken üstümüze.”
Çavuşoğlu’nun dilinde umutsuzluk yoktur. Tüm zamanlarda görkemli geleceğe inanır ve ona uzanır.
“Gün ortasında bulunan göğü görür gibiyim
Binlerce ağızdan ölüm kusan
Çelik canavarları
Bedenden ayrılan kafa-kol-bacak
Ve dehşetle can gözünü açıp
Havaya savrulan toprak
Akan kan
Ve Tanrı’ya kavuşan canları
görür gibiyim”
Bu dizelerdeki topyekûndan bir olmanın yanında ses uyumu adeta insan duygularında dans ediyor gibidir.
“Kara gökten kara tohum ektiler
Kara sular çöküp bağrına
Kara kara günlere “gel” ettiler
Kara kara ilenç dillerinde
Gönüllerinde kara öfkeleri
Şimşekler- yıldırımlar- tufanlar örneği
Bir bir takıp insanca yüzlerini
Ardından kara yüzleriyle
Dünyanın dört bucağından
çıkıp geldiler”
Bu dizelerde Dede Korkut’un ses ustalığını görüyorum. Bitişinde de ulusal bütünlüğün onuru dile getiriliyor.
“Gün ola devran döne gülüm
Gün ola devran döne
Daha neler var bitmiş sanılan
Gün ola devran döne gülüm
Gün ola devran döne.
Daha ne fırtınalar var
kopacak üstünüze.”“Ölenler vatan için öldüler
Vatan için ölmeye ant içti
Gelenler.”
“Vatan için ölmek de var; fakat borcun yaşamaktır.” der Tevfik Fikret. Bu düşünce Çavuşoğlu’nda:
“Ecel kurt gibi daldı ortamıza
Daha yenecek lokmamıza doymadan
Derip de dünya meyvelerini
Şöyle oturup gönül rızasıyla
İki gün yaşamadan
Ecel kurt gibi daldı ortamıza.” dizeleriyle dile getirir.
Atatürk’ün, “ulusun bağımsızlığı söz konusu olmayınca savaş cinayettir.” anlamındaki düşüncesi Çavuşoğlu’nda:
“Yüz binlerce ölünün omuzlarında zafer
Ne yenilen hisseder, ne mutludur muzafferNefretle beslemişler damarlarda kan değil
Makinalar düşünür, bedendeki can değilYüreklerde barış ol insanca yaşat bizi
Tanrım muhtacım sana küçültme sevgimizi”
Barışa yönelişi, Atatürk’ün Samsun’a hareketiyle sevince dönüştüren ozan:
“Yiğit yola çıktı
Duru sularcasına tut gönlünü bacım
Gül artık kara bulutlar arınıversin
Yiğit yola çıktı be koca dünya
Yürüdü, geçtiği yerlerde ateşten iz bırakıp
Güzel yolcu beni de al yanına
beni de , beni de!
Yüce dağ başında damla damla toplanıp
Bağlılık lokmasından tadalım
Canım kurban yiğit sana
Beraber yürüyelim.”
Bir bakıma şiir, okuyanda heyecan uyandırmak amacındadır. Çağdaş düşüncelerde ulusal bütünlüğü, evrensel değerlerle buluşturmak amacındadır. Çavuşoğlu şiirlerinde, “yurt-ulus” kaynaşmasını sağlama amacı güder. Bizi coşkuya yöneltmesi bu özleminin sağlandığını kanıtlar.
Destanların bağı geçmişten geleceğidir. Var oluşun güzelliklerini binlerce yılın gören gözü, algılayan beyni olarak günümüze taşır.
“Altaylardan esen rüzgar
O ezgi ki yüce dağ başında ılgıt ılgıt
Yüce dağ başını duman almış
Arınam’ola?
Bilge Kağan-Mete Han-Atilla
Altaylardan esen rüzgar
Atatürk m’ola?”
Ozan bu dizeleriyle Göktürk yazıtlarındaki onuru Atatürk ile birleştiriyor. Türk olmanın onurunu Atatürk’le yeniden evrene duyuruyor.
Zekeriya Çavuşoğlu üretken bir kişiliktir. Ozanlık-yazarlık yanında yeni kuşakların da çağdaş düşüncelerde gelişmesini hedefler. Bu amaç için 1990 yılında, “Samsun Sanat” dergisinin çıkmasında etkin katkıları olur. Derginin yayın sorumluluğunu üstlenir.
Umulur ki Çavuşoğlu, gençlerimize yeni ışıklar sunar; bir dilek olur, akıl olur yön verir gelenlere-geleceklere. Çünkü onun yüreği yediveren gül gibidir. Çünkü her şeyden önce öğretmendir Çavuşoğlu.
“Kartal gönüllü ordular örneği
üce dağ başında bulut bulut
Akın akın
Sonsuzluğun en uç noktasına
Karanlığın en ortasına dalacağız.
Yarınlara aydınlık diye bugün
Çocuklarımız için
Torunlarımız için
Alev alev yanacağız.”
Güzel duyguların, gönül gözüyle görenlerin ozanıdır Çavuşoğlu. Hem, Nazım ne demişti: “Sen yanmasan, ben yanmasam/ Nasıl çıkarız karanlıktan aydınlığa!” Yanmak tükenmek değil, var oluşun kıvılcımını aksettirmektir.
“Öğretmenim
Uygarlık tarikatım
Avuçlarımda yücelikler
Gök olasım gelir
Çözüverip bir bir tutsak beyinleri
Uzanıp da yarınlara
Baştan aşağı yurdumu
Sarasım gelir.”
Çavuşoğlu’nun gözünde öğretmenlik, “Okunmamış kitabın, yazılmamış kağıdın ve yontulmamış sessiz kalemlerin öyküsüdür.”
Kazım MEMİÇ – 10 Mart 2002