İNSAN ÖYKÜLERİ / zekeriya çavuşoğlu
“ Her insanın bir öyküsü vardır.” dedi, değerli dostum, SİNAN SALLABAŞ. Senelerin akıp giden dumanlı yolculukları arasında bu öykülerin yitip gitmesine gönlü razı gelmedi. Ölümler silip süpürmesin istedi bu ilginç, ilginç olduğu kadar da derin yaşam renklerinin harman olduğu insan öykülerini. Her biri deneyim, yetenek, alınteri ve emek kokan bu yarınlara da iletilebilinsin istedi. Yalnızca kendi çevrelerinde kalmasın, yalnızca dost sohbetlerini süslemesin bu benzersiz güzellikler. Bütün çevre bilsin, Türkiye bilsin, bütün dünya bilsin istedi.
AKS TV’de her haftanın pazartesi günleri saat 20.00-22.00 saatleri arası ekranlarda evlerinize konuk olan bu çok özel program böylece doğmuş oldu.
Programına konukluğumdan önce yakın bir tanışıklığımız yoktu onunla. Yine AKS TV’ye belgeseller hazırlayan Atilla Özer arkadaşım önermişti kendisine beni. Öyle böyle derken bir pazartesi akşamı” İNSAN ÖYKÜLERİ” programının canlı yayınında bulmuştum kendimi. Güzel bir program olmuştu sanırım. Program sonundaki iletiler, telefonlar böyle bir kanı uyandırmıştı bende.
Program bu güne kadar yapılanlardan çok farklı gelmişti bana. Toplum toprağından, emek verip elekle altın aramak gibi bir şeydi sanki. Emek ve alınteri, bu değerleri ortaya koyma uğraşında yalnız kalmamalıydı. Sinan Sallabaş’ın dostça yaklaşımı işin bir yanından benim de tutmamı sağladı. El ele verip bu güzellikleri derlemenin yollarını aradık. İnsan çoktu da öyküsü ne olacaktı ? Çoğu toplum içinde saklamıştı kendini, birilerinin onları bilip bilmemeleri ya da onlara kendince payeler vermeleri umurlarında değildi. Kimileri hep görmezden gelinmiş, ayrık otlar gibi zararlı bilinmiş ve hep kopartılıp atılmak istenmişti bir köşelere. Kimileri ise diğerlerinden daha şanslı bulmuştu kendilerini. Bilinmişler, taktir görmüşler, sevilip sayılmışlardı.
Her birinin bir başarı öyküsü vardı. Her biri, örnek alınacak bir inanç ve sabır abidesiydi. Alınterini ve emeği usta bir kuyumcu özeniyle işlemekte mahirdiler. Duyguları ve düşünceleri, daha su yüzüne çıkartılamamış derin ve gizemli güzelliklerin sırlarını taşıyordu. Her birinin yaşam felsefesi insanın ve insanlığın ortak değerlerinde kesişiyordu.
Birlikte eşeledik kentimizin bu bereketli toprağını. Ben stüdyo dışındaki çalışmaları derleyip toparladım, bu değerli insanların kısa öykülerini kaleme aldım. Sinan Sallabaş da stüdyoda konuk edip doyumsuz bir söyleşi tadında izleyicilere sundu.
Dünyanın en görkemli, en güzel kızı Samsun’umuzun boynunda ışıldayan bu değeri ölçülemez inci kolyesinin her tanesini birer birer büyük bir özenle taşıdı ekrana İNSAN ÖYKÜLERİ …Bu ustaca işlenmiş kolyenin tellerine her hafta yeni birisini daha ekleyerek.
Kimler yok ki aralarında: Kâzım Memiç, Neşet Karaçaltı, Cihangir Dülger, Ali Turmuş, Cavit Ersoy, Cemil Baskın, Aşık Haydar Sazlı, Aşık Hasan Sancak, ve daha niceleri…Bunlar kentimizin kültürel yaşamının sokak lâmbaları gibiydiler.
Programı daha iyi algılayabilmek için birkaçını yaşam öykülerinden örnek vermek uygun olur sanırım.
Ali Turmuş, emekli edebiyat öğretmeni. Kocaman bir şiir tutkunu. Yaşamının en renkli ve yaşanası yanı bu tutkusu galiba. Belleği geniş, ezber yeteneği inanılmaz.
Geçirdiği ağır bir rahatsızlık sonucu akciğerlerinden birini masada bırakmış. Diğeri de arada bir varlığını hissettiriyor. Ameliyata girmeden önce hali içler acısı. Kendi deyimiyle, kendinden geçmiş bir durumda ama, söylenenleri de hayal meyal duyuyor. Kendiyle ilgilenen doktorun, yüzde yirmi yaşam şansı var, sözleriyle sarsılıyor ameliyat masasında. Ne beyni ne de kalbi razı gelmiyor bu umutsuzluğa. “ Daha yaşanacak ve görece nice gün, nice saatler var…” diyor kendi kendine. “ Ölmeyeceğim…” isyanıyla direncini diri tutmaya çalışıyor, ölüme kafa tutuyor bir bakıma. Öldürmeyen Allah öldürmezmiş, ölüme bir göz kırpıp geri dönüyor. Yaşam onun için bir başka şimdi. Daha değerli, daha yaşanası ve daha anlam dolu. Sıkıntılı günlerinde şiire sarılıyor. Şiirler okuyor, şiirler ezberliyor. Zamanla binlerce dizelik ezberin canlı belleğine sahip oluyor. Artık bu yaşam onun için bir şiir gibi. Bu yüzden artık tüm duygularını şiirler aracılığıyla ifade ediyor. Şiir onun için bir yaşam kaynağı ve o bu kaynaktan kana kana içip, bu güne kadar farkında olamadığı tüm güzelliklerin tadına doyasıya varıyor.
Bir başka programda, Samsunlu işadamı Haldun Baş konuk oluyor İnsan Öyküleri’ne. İş alanındaki başarısının yedeğinde, çocukluk anılarıyla harmanlanmış özlemlerle yüklü bir Samsun geçmişi sunuluyor izleyenlere.
Yeni konuk Aşık Hasan Sancak’tır. Program havası ısındıkça koca taşlama ustası özgün kimliğine bürünüyor yavaş yavaş. Dil de özgünleşiyor bu arada tabi. Yarı şaka yarı sahi…Sinan Sallabaş, badeli aşıkları soruyor onan Anlatıyor dilinin döndüğünce ve sonra da ekliyor: “ Ben de padeli(badeli) aşuklardan sayulurum ha, ama “ba” sı tüşmüş, teli(deli)si kalmış…
Gönderme yaptığı yıllar önce bunalıma düşerek çektiği sıkıntılar sonucu hastalanması Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde uzun zaman tedavi görmesi olayıydı. O bu sıkıntılardan kendini sıyırmanın bir yolu olarak sazına sarılmış. O dönemlerde yine ilkokul öğretmeni olan Aşık Erdemli’ye giderek çırağı oluyor. Artık kendini her türlü rahatsızlıktan uzak tutacak bir uğraşa sahipti.Doğu Karadeniz’in, tuttuğunu kopartmasını bilen bu çalışkan insanı saz ve sözle kısa zamanda ilerletti dostluğunu. Bu gün o, Türkiye çapında değerli bir taşlama ustası. Korkusuz, kıvrak dilli ve nalına da mıhına da, cinsinden. Ben, diyor, sazım ve sözüm sayesinde tedavi ettim ruhumu. Bugün sağlıklı bir insan olarak dolaşıyorsam, hep bu çalışmalarım sayesindedir.
Bir başka aşık, Aşık Haydar Sazlı örnek alınacak öyküsüyle dolduruyor insanlık sahnesini. Kendini Nesimilerin, Pir Sultan Abdalların, Aşık Veysellerin torunu olarak niteliyor. Aşıkların harman olduğu Sivas’tan sökün edip gelmiş Samsun’a ve o gün bu gün yurt tutmuş bu bereketli toprakları. Anadolu’nun eli öpülesi, çilekeş köy öğretmenlerinden biri Aşık Haydar Sazlı. Oğlu işitme engelli doğmuş. Oğul okul çağına girince tası tarağı toplayıp Samsun’un yolunu tutmuşlar. Çocuğunun okulunda öğretmenlik yaparak ona daha yakın olmak istemiş; ama sistem pek izin vermemiş. Anlayışlı milli eğitim müdürü sayesinde kurslara katılıp hak kazanmış engelliler okulunda öğretmenlik yapmaya. Tüm enerjisini çocuğuna ve onun gibi olanlara harcamış. Oğlu okullarını hep birinciliklerle tamamlamış. Sporda Türkiye birincilikleri kazanmış, çoluk çocuk sahibi olmuş.
Daha niceleri geçiyor İnsan Öyküleri’nden. Son olarak yetmiş altılık delikanlı Neşet Karaçaltı’dan kısaca söz ederek örneklerimizi noktalayalım. Ondan ve şiirlerinden, geçmişe hürmeti, yaşama dair her türlü inceliği, ahte vefayı, dostluğu ve sevgiyi en yumuşak, en yürek okşayan bir üslupla dile getirilişini gözlemliyoruz.
“ Avazeyi şu âleme Davud gibi sal/Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş. ’’ Hoş sadalı insanların sadalarının tespitidir program. Silinip gitmesin zamanın tozlu raflarında, unutulmasın diyedir. Bu yüzden yüz yirmi dakikalık programa koskoca bir yaşamı sığdırmaya çalışırken hiçbir eksik kalmasın ,her türlü yaşam kırıntısından, bir tutamcık olsun dile gelsin, toplumumuz ve tüm insanlık bu güzel dünyaların ayırdına varsın diye oldukça titiz davranılmıştır. Söyleşilere alabildiğince canlı görüntüler, fotoğraflar eklenmiş; söz ve görsel öğeler dengeli bir biçimde sunulmuştur…
“İnsan Öyküleri’’ ahde vefanın gönüllerden süzülen bir yansımadır bir anlamda. Yarına bir şeyler ulaştırabilme bilincinin ekrana yansımasıdır. “
….