Dilaver CEBECİ
1943 Kelkit doğumludur. Erzincan Lisesi’ni bitirdi. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden 1970’de mezun oldu. İstanbul İktisat Fakültesinde mastır ve doktora yaptı. Marmara Üniversitesinde öğretim üyeliği yaptı. Millî ve tarihî motiflerle bezeli lirik şiirleriyle tanındı.
Çok yönlü bir sanatçı olan Cebeci’nin, Hun Aşkı (Şiir, 1973), Mavi Türkü (Mensure, 1983), Devranname (Mizah, 1984), Şafağa Çekilenler (Şiir, 1984), Büyü (Oyun, 1984), … Ve Sığınırım İçime (Şiir, 1992), Kandehar Dağlarında Sabah Namazı (Kaset, 1993), Sitare (Şiir, 1997), Tanzimat ve Türk Ailesi (İlmî Araştırma, 1993), Seyrânnâme (Mizah, 1997) gibi eserleri neşredildi. Büyü” adlı bir oyunu ve Evliya Çelebi üslubuyla kaleme aldığı mizah yazılarını iki ayrı kitap şeklinde neşretti. Defne, Türk Yurdu, Töre, Türk Edebiyatı, Bozkurt gibi dergilerde; Devlet, Hergün, Ortadoğu, Türkiye gibi gazetelerde şiir, düzyazı, hikâye ve mizah türünde eserleri yayınlandı. Evli, 2 çocuk sahibi. İstanbul’da oturuyor.
TÜRKİYEM
Baş koymuşum Türkiye’min yoluna
Düzlüğüne yokuşuna ölürüm
Asırlardır kır atımı suladım
Irmağının akışına ölürüm
Sevdalıyım yangın yeri bu sinem
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem
Pınarlardan su doldurur Eminem
Mavi boncuk takışına olurum
Düğünüm, derneğim, halayım, barım,
Toprağım, ekmeğim, namusum, arım
Kilimlerde çizgi çizgi efkârım,
Heybelerin nakışına ölürüm
ŞİMDİKİ ZAMAN ÇEKİMİNDE MAHKÛMA MEKTUP
Sana bu mektubu bir gece yarısında yazıyorum
Azatlığın zirvesinde sohbete dalmış yıldızlar
Zühre bir aşkı tutturmuş Bâbil’ de kalan
Zavallı dünya habersiz, zavallı dünya sağır
Bir Hârût’la Marut bir de ben dinliyorum
Derken kayıp gidiyor yıldızlardan birisi
Bir intikam fişeği gibi saplanıyor karanlığın karnına
Senin namına yıldızları kıskanıyorum.
Kim bilir kaç ışık yılı uzakta
Öfkeyle kollarını çeviriyor yalancı fecir
İmanım gibi biliyorum vakit asılmak vaktidir
Ve taksim gazinolarında trahomlu şairler
Mısra arıyorlar masaların altında
Kanını içiyorlar bilmeden “Cennet atları”nın
Ben yurdumun en sert tütününden bir sigara sarıyorum
Dumanı ciğerlerime değil iliklerime çekiyorum
Ne kadar ürkek ceylan varsa Asya çöllerinde
Domaniç yaylasında ne kadar dizginsiz at
Başlıyorlar koşmaya kılcal damarlarımda
Sıcak solukları yalarken alnımı
Toynaklarını hissediyorum alyuvarlarımda.
Sana bu mektubu evimin balkonunda yazıyorum
Sağ elimi koyuyorum tam yüreğimin üstüne
Çankaya yokuşunda söylediğimiz marşı duyuyorum
Ulu kayalar parçalanıyor beynimin bir yerinde
Bir yerinde demirden dağlar eriyor
Atlas yelkenli gemileri unutmuş birkaç levent
Viski kokulu bulvarlarda yavaş yavaş ölüyor
İstediğin o seccadeyi hemen gönderiyorum
Üstünde Kâbe resmi ve anamın duaları var
Ve bildiğin sebeplerden ben gelemiyorum.
Yine biliyorsun ki, Sevmedim ülküden başkasını
Başı dumanlı dağları, dolunayı, ufukları
Bir de Çankaya yokuşunda rüzgâra tutulmuş saçlarını
Önce Allah, sonra genlerim şahit.
Sevgimi üç bin yıl sonra doğacak torunuma yolluyorum
Trahomlu şairler doğruluyorlar masaların altından
Elleri fahişelerin karanlık saçlarında
Benim kalemimden kan değil süt damlıyor
Geceler boyu böyle geleceği emziriyorum
Kahrolayım sevmedim ülküden başkasını
Bir de seni çok seviyorum
ELLERİNİ BANA VERECEK MİSİN?
Dost kentleri yıkıp sana gelmişim
Esirin olmayı şeref bilmişim
Bilsen ıssızlıktan nasıl yılmışım
Bu sessiz dünyama girecek misin?
Ellerini bana verecek misin?
Gül yüzünü geceler dokurum
Şiirimsin günde bin kez okurum
Dara düştüm sağım solum uçurum
Şimdi bu müşkülüm görecek misin?
Ellerini bana verecek misin?
Ümitler dal-budak, ümitler sıcak
Ellerinki karanlığı kovacak
Bir rahmet bekliyorum yağdı yağacak
Bu kısır toprağı sürecek misin?
Ellerini bana verecek misin?
İLTİCA
Kursun benizli bulutlar gelir ufuklardan
Sıkar üstümüze gömleklerini
Çılgın bir sağnak vurur bahçemin güllerini
Arsız böcekler iri yapraklara sığınır
Ben sana…
Uyanır denizlerin bahadır askerleri
Göklerse davranır kılıçlarına
Ateşler düşer dervişimin avuçlarına
Sefineler kaçışır limanlara sığınır
Ben sana…
Masal kaçkını devler gezinir şehirlerde
Kenetlenmiş sari seyrek dişleri
Soner birden bebeğimin pembe gülüşleri
Ürperir örümcekler ağlarına sığınır
Ben sana…
Uğultular gelir geceleri koyaklardan
Rüzgârlar eser İsrafil nefesi
Çatırdar tutsak ruhumun çürümüş kafesi
Doruklarda kartallar kayalara sığınır
Ben sana…
Güneş kanlar içinde yavaş yavaş boğulur
Karanlık kuşanır pusatlarını
Titretir bozkırların başıboş atlarını
Yıldızlar uzakta Kehkeşanlara sığınır
Ben sana…