BENİM ÖĞRETMENLERİM

Bir öğle tatilinde ismim okulun hoparlörlerinden anons edildi. İdareye çağrılıyordum. Adımı ve idare sözcüklerini duyunca aklım başımdan gitti. Ne yapacağımı şaşırdım. Başım döndü, nefesim kesildi, ölecekmiş gibi oldum.

İdama giden mahkumlar gibi, çaresiz, ürkek adımlarla o soğuk, o korkunç kapının önüne geldim. Kimya öğretmenim Abdulkadir Bey (Bahadır) kapıdaydı. Çok severdim bu öğretmenimi. Ciddi, hoşgörü sahibi ve sevecen bir öğretmendi. Öğrenci öğretmenini sevdi mi. dersi ne olursa olsun başarılı olmaması olanaksızdır. Türkçe-sosyal sınıfında olmama rağmen sınıfta kimya dersinden en yüksek notları ben alıyordum. Notlar öğretmenime sevgimin anlamlı bir ifadesi gibiydi.

Öğretmenim idareyle beni bağdaştıramadı, merakla neden geldiğimi sordu. Ben de bilmiyordum, yanıt veremedim doğal olarak. Müdür başyardımcısının odasına kadar götürdü beni, kendisi dışarıya çıktı.

Artık müdür başyardımcısıyla (ismi gerekli değil) karşı karşıyaydık. Sert karakterli, disiplin düşüncesi Osmanlı tokadının ağırlığı ve özel yapım sopasıyla özdeş, Gestapo bozması, korkunç bir tipti Anlatılanlardan anladığıma göre odasına girip de bu özel uygulamadan kurtulan pek olmamış…

Yüzü buz gibi soğuk, bakışları diken gibiydi. Bir şeylerin kötü gittiğini anlıyordum ama ne olabileceğine de bir anlam veremiyordum. “Gel bakalım beyefendi…” sözünü zar zor işittim. Daha ne olduğunu anlamadan sağ ve sol yanağımda saklayan iki okkalı tokatla kendimden geçtim. Gözümün önünden binlerce yıldız uçup gitti. Bayılmak derecesindeyken kapı açıldı, içeriye Abdulkadir Öğretmenim girdi. Zannederim başıma geleceklerdi bildiğinden daha ilk tokatların sesiyle duruma müdahale etmek için içeriye girmiş. Dayak yiyecek bir öğrenci değildim. Çalışkandım, saygılıydım ve kurallara harfi harfine uyan biriydim. Abdulkadir Öğretmenim suçumu sordu. İlk kez ben de suçumu orada öğrendim. Meğer her gün kapısının önünde dolaştığımız o platonik aşkımızın yeni aldığı pardesüyü birisi jiletlemiş. İlk akla gelen suçlu adayı da bendim. Ama ben kim, pardesüye jilet atmak kim? Hem neden böyle bir hareket yapacaktım? Abdulkadir Öğretmenim başmuavinin elinden aldı beni. Benim böyle bir suç işlemeyeceğimi söyleyerek bu konuda bana kefil bile oldu. Alı al moru mor sınıfıma gittim. Bu konuda hiç suçum olmadığı halde idareye gitmiş olmanın ve iyice bir de sopa yemenin utancını yıl sonuna dek yaşadım.

İşte böyle. Ben yirmi altı yıl Abdulkadir Öğretmenim gibi olmaya gayret ettim. Ne dost ne can öğretmendi.

Kızın ablası da okulumuzda öğretmen. İşin ucunu bırakmadı. Her ne kadar suçsuz olduğumuz kanıtlansa da o inanmadı, akrabalarından bir öğretmen tarih ve sanat tarihi derslerimize giriyordu. Ben takdirnamelik öğrenci. Ama nedense o sevdiğim derslerden biri olan Tarih (öğretmenini değil) dersinden kıl payı geçer not aldım. Sanat Tarihi ise tüm yazılı ve sözlülerden dört… Bu duruma göre takdirname hayal. Tüm kitap ezberimde ama ne yapsam sonuç yok. Öğretmene itiraz haddimize mi düşmüş. Sözlü için izin istiyorum. İsteyen kalkabiliyor ama bana sözlüye kalkmak yasak. Arkadaşlarım da durumun farkındalar. Bir gün iyice bastırıyoruz ve nihayet tahtadayım. Biliyorum en kazık soruların benim payıma düşeceğini… Bu yüzden şiir ezberler gibi gibi ezberliyorum her bir konuyu. Sıfırlık öğrenciler bile bulup buluşturup geçecek not alıyorlar ama bana gelince nedense hep değirmenin suyu baştan kesiliyor. En zor, en köşede kalmış sorular geliyor ardı ardına. Öğretmen zor durumda. Ben seller sular gibiyim. Her şey kurallara uygun, noktası virgülü bile yerli yerinde. Eh böylesi bir şovdan sonra, hem de tüm arkadaşlarımın gözleri önünde… Kefeni yırttık galiba… Sözlü notum büyük bir soğukkanlılıkla deftere geçiliyor. Kulaklarıma inanamıyorum. Anlattıklarıma on bile yetmez. Yetmeyeceğine herkes şahit… Arkadaşlarım da inanamıyor. Hepsini bir şaka olarak kabul etmek istiyoruz. Sınıfta isyankar bir gürültü yükseliyor. Öğretmen aslanlar gibi kükrüyor. Susuyoruz. Çaresiz susuyorum. Yutkunuyorum habire benim için geçer not olmayan dördü sindirmekte zorlanıyorum. “Erkekler ağlamaz” sözünü çıkartan halt etmiş. Gözyaşlarıma engel olamıyorum. Sınıf da benimle beraber çok kötü. “Az bile!” diyor öğretmen. “Hadi çık yüzünü yıka !” Çıkıyorum. O öğretmenden nefret ediyorum.

Suçum akrabalarından bir kızla göz göze gelmek. Onu çocukça bir sevgiyle uzaktan gözlemek. Onu dokunmadan, rahatsız etmeden sevmeye çalışmak. Oh olsun bana. Benim neyime böylesine haltlar karıştırmak.

Yıl sonunda takdirname bir tane dört yüzünden uçup gitti. Bunu kabullenmem çok zor olmadı da, hem müdür başyardımcısının hem de sanat tarihi öğretmenimin durumumla alay etmesi beni kahretti. Ama yine de Tanrı onlardan razı olsun. Yirmi altı yıllık öğretmenlik yaşamımda hep onlar gibi olmamaya gayret ettim. İşte o yüzden her yaşta öğrencimle yüreklerimizi, sevgilerimizi, her şeyimizi paylaşmasını bildik. O öğretmenlerim bu güzellikleri bizimle paylaşamadılar ;ama benim öğrencilerime bakış açımı temelden değiştirdiler.

Öğrencilerimin de birer insan olduğunu, duyguları, özgür düşünme, özgür yaşayabilme, haklı olduklarında haklarını sonuna kadar savunabilme hakları olduğunu onlar sayesinde öğrendim. Olumsuz örnektiler ama yaşamı ters yüz edip güzelliklere varmayı, paylaşmayı ve adam olmayı yine onlardan öğrendim.

Ben emekli bir öğretmenim. Yaşamım hep öğretmenlerimle ve öğrencilerimle biçimlendi. Hep onlarla iç içe olmaktan doyumsuz tatlar aldım. Onlarla kendime yön verdim, onlarla yolumu çizdim, onlarla hep yan yana yürüdüm.

Mehmet Öğretmenim, Zihni Öğretmenim, Ayşe Öğretmenim, Abdulkadir Öğretmenim…

Ne güzel, ne insan, ne sevgi dolu insanlardınız sizler… Sizin gibi nice güzel öğretmenle çalıştım yan yana. Onlarda hep sizleri gördüm, onlarda hep sizleri andım… Biliyor musunuz onlara da hep sizleri anlattım. Onlar da sizleri örnek aldılar. Ne güzel değil mi? Sizin ışığınız nice karanlık yürekleri aydınlattı da haberiniz yok… Bizim de haberimiz olmayacak. Güzelliği de burada değil mi?

Diğerlerini anmaya değmez. Ama azda olsa halâ varlar… Olsun… Benim yürekli, sevecen, adaletli, anlayış dolu insan öğretmenlerim daha çok… Onları çok seviyorum…

Yarını onlar kuracaklar… Barışı, kardeşliği, sevebilmeyi ve el ele Türkiye’yi.

Önceki sayfa 1 2 3 4

Bir Yorum

  1. Cok guzel yazmissiniz hocam sanki benim cocuklugumu anlatmissiniz su anda 50 yas sinirindaki birisine.insallah bir gun butun ulkemin okullarinda sizler gibi sevecen insani duygulari daha agir basan ogretmenler oluir. benimde iki kizim ogrtmen adayi onlaraonce iyi insan olmalarini ve yetistirecekleri yavrulara son derece sevkatle yaklasmalarini istiyorum ve oyle olacaginida umuyorum cunku ben onlari oyle yetistirdim

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu