BENİM ÖĞRETMENLERİM

İlkokul beşinci sınıftan sonra artık Trabzonlu olmuştuk. Memur çocuğu olduğumdan doğduğum yer değil doyduğum yer memleketimdi. Vakfıkebir’deki ilkokul öğretmenim Naci (Bayraktar) Öğretmendi. Ondan ciddiyeti, disiplini ve aşırıya kaçmadan yürekten sevmeyi öğrendim. O dönemler Texas, Tom Miks gibi çizgi romanlar çok gözdeydi. Ben hayali geniş, ufku sınırsız bir öğrenci olarak tüm zamanımı, tüm enerjimi bu ilginç yapıtlarla geçirmekteyim. Naci öğretmen bendeki bu değişikliğin derslere yansıdığını fark edince gözünü üzerimden ayırmadı. Sıkı bir takiple de beni suç üstü yaptı. Fen dersi kitabının içine gizleyerek okumaya çalıştığım Tom Miks adlı çizgi roman Naci öğretmenin dikkatli bakışlarından kaçmadı. Yakalanmıştım. Hem de öğretmenim ders anlatmaya çalıştığı bir saatte. Ders çıkışı teke tek konuştuk. Tatlı sert bir konuşma yaşamımı yeniden biçimlendirmemi sağladı. Ve ben ,tüm enerjimi ders kitaplarıma vermek zorunda olduğumdan sınıfın en iyilerinden biri olup çıkmıştım.

Ortaokul ve liseyi de Vakfıkebir’de okudum. (Lise son sınıf hariç. Lise son sınıfı Trabzon Lisesi’nde okumuştum.) Ortaokul birinci sınıfta çok sevdiğimiz bir Türkçe öğretmenimiz vardı. Hepimiz hayrandık ona. Ders anlatımı, şiirleri yorumlayışı, ilginç bulduğu metinleri bize aktarışı bambaşkaydı. Hiç bunalmazdık dersinde. Hatta hep onun dersi olsa. okula hep onu dinlemek için gelsek isterdik. Şiir okumanın da. bir şeyler yazmaya çalışmanın da tadına onun derslerinde vardım. Onun gibi olmak en büyük hayalimdi. Zihni öğretmen (SARAÇ) aynı zamanda hemşerimizdi. Aynı mahallede oturur, ailece görüşürdük. Bu yüzden ben onun için diğer öğrencilere göre daha tanıdık, daha bir özeldim.

Zihni öğretmen sınıf öğretmenimizdi de. İlk dersimiz sınıf düzenlemesiyle geçti. O zamanlar öğrenci çok, sıra sayısı azdı. Her sırada üç öğrenci oturur. boy sırasına göre oturma düzeni sağlanırdı. Ben tüm öğrenciliğim boyunca sınıfın en küçüğü olduğumdan yerim hep kızlardan sonraki sıra olurdu. Ama bu kez öyle olmadı. Herkes sıralarına oturunca ben dördüncü kişi olarak açıkta kaldım. (Zannederim Zihni öğretmen özellikle beni açıkta bıraktı) En ön sırada ise bir kız arkadaşımız koskoca bir sırayı işgal ediyordu. Çok hoş, çok güzel, çok tatlı bir kızdı. Tüm sınıfın beğenisi üzerindeydi. Bense uzaktan uzağa onu izlemekten, ona yakın olmaktan ve de için için onu kıskanmaktan kendimi alamıyordum. Kişiliğim gereği tüm bu olan biten yüreğimin derinliklerinde olup bitiyordu. Böyle olması da gerekiyordu zaten. Onunla konuşmak isterken ne zaman bir fırsat yakalasam dilim tutulup, boğazım kuruyor, saçma sapan sözler söyleyerek bir çuval inciri berbat ediyordum.

Zihni Öğretmen hemşerim ya hem biraz muzırlık, hem de kıyak olsun diye beni o kız arkadaşımızın sırasına oturttu. Ne güzel değil mi? İşte hep beraber olacaktık. Belki de en yakın arkadaşı ben olurdum. Belki de…. Nerden bu düşünce gelip beynime saplandı bilmem, “olmaz” dedim, “orda oturmam” dedim, kestirip attım. Bir kızla aynı sırada oturmak ters geldi bana. Belki de korktum. Kim bilir belki de o an, o sırada oturursam, içimdeki duygular yüreğimden firar edip tüm sınıfı uyandıracak gibi geldi bana. Hemen içime kapandım. Zihni Öğretmen işin ucunu bırakacak gibi değil, otoriter bir sesle hemen o sıraya oturmamı emretti. Şakası yoktu, itiraz hakkım da… Her şey bir yana ona karşı gelemezdim. Yapamazdım bunu. Çaresiz oturdum. Yüreğim tanımsız duygularla allak bullaktı. Dağıldım, un ufak oldum. Delikanlılık uğruna yaptığım itirazların sonu, yağmurlarca dökülen gözyaşlarıyla sonlandı. Erkekler ağlamazdı ; ama işte ben elimde olmadan hem de hüngür hüngür ağlıyordum. Öğretmenim çaresiz oradan beni alarak erkek arkadaşlarımın yanına oturttu. Sırada dört kişiydik. Benden sonra hiçbir öğrenci arkadaşım kız arkadaşımın yanına oturamadı.

Yine Zihni Öğretmenin dersindeyiz. Her dersi ayrı bir ilginçlikle dolu. On Kasım haftasındayız. Konu; “Atatürk ve Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyetin kuruluşu, devrimler vs.” Konuyu sınıfta iyice bir tartıştık. Ödev, tartışma konusu ile ilgili bir kompozisyon yazmak. Yazılanlar daha sonra sınıfımızda sözlü olarak aktarılacak. Ama işin ilginç yanı mikrofon kullanılarak yapılacak bu aktarma işi. O gün için mikrofon gizemli bir alet. Onu kullanmak, onunla birilerine hitap etmek yürek işi. Bende ise öğretmenin bir bakışıyla darmadağınık olan düşünceler, heyecandan kafesine sığmayan bir yürek ve utangaç mı utangaç bir çocuk hali. Ben kim, mikrofondan söylev vermek kim?

Öğretmenimin önerileri doğrultusunda kompozisyonumu hazırladım. Kaynaklarla araştırma ve incelemelerle desteklenmiş çok güzel bir yazıydı bu… Öğretmenimiz gülümseyen bir yüzle sınıfa girdi. Ardından da büyük sınıflardan bir öğrencinin yüklenip getirdiği o korkunç, o ürkütücü alet… Sınıf dilini yutmuş, sınıf alabildiğine sessiz, sınıf yok olup gitmiş sanki. Bakalım piyango kime vuracak.

Kendimi mikrofon başında düşünemiyorum bile. Aklım karışıyor, düşüncelerim tuzla buz oluyor. Ne yapsam kendime hakim olamıyorum. Olduğum yerde büzüşmüş, küçülerek un ufak olmuş, bitip tükenmiştim sanki. Karanlıklar içinden ateş gibi yakıcı, yüreğimi tepeden tırnağa ürperten bir ses kulaklarımda yankılandı. “Zekeriya ilk konuşma senin, geç bakalım mikrofona…” Dünyam daha da karardı, allak bullak oldum. Kulaklarım uğuldamaya başladı, nerdeyse bayılıp düşeceği. Dilim damağım kurudu ne söyleyeceğimi şaşırdım. Cansız, kuru bir sesle: “Ben ödevimi yapmadım…” diyebildim. İnanmadı tabi. Gülümsedi, “Hadi hadi, sen ödev yapmadan gelmezsin, hele getir şu çantanı bana da bir kontrol edeyim.” Gerisini düşünemedim. Düşünceleri silinmiş, hareketleri sınırlı, cansız, garip bir robot gibi ayaklarımı sürüyerek öğretmenimin yanıma gittim, çantamı uzattım. Kitaplarım ve defterlerim tek tek elden geçti. Aranan fail kısa zamanda bulundu. Artık ne heyecanlandım, ne düşünce yürüttüm, ne de yıkıldım. İp kopmuştu zaten. Kapkaranlık, derin, ıssız bir kuyunun dibinde kaybolup gitmiştim. Zihni Öğretmen yazımı merakla, istekle ve dikkatlice okudu. Okudukça yüzü gülüyor, arada bir başını sallayarak hayretini belirten hareketler yapıyordu. “Çok güzel” dedi. “Tamamen kendin uğraş vererek yazdın değil mi?” “Evet” dedim. Öğretmenim yazımı sınıfa da okudu. Hem öğretmenim, hem de arkadaşlarım yetenekli bir kişiyi su yüzüne çıkarmanın mutluluğu içindeydiler.

İlk kez benim de özgün bir şeyler yazabileceğim duygusuna o gün kapıldım. Zihni Öğretmen benim için güzel bir örnek olmuştu. Yaşamım boyunca hep onun gibi güzel konuşan, güzel yazan ve çok güzel okuyabilen bir insan olmaya gayret ettim. Düşlerimde hep Zihni Öğretmen’dim. Bu öylesine bir tutkuydu ki, üniversite sınavlarında o günün en gözde okullarından Tıp Fakültesini kazanmama rağmen yapılan tüm baskılara göğüs gererek kaydımı Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne yaptırmıştım. Ne gururluydum o günler… Ben de bir Zihni Öğretmen olacaktım nihayet…

Ortaokulun ilk yılları Türkçe ve sosyal derslere eğilimim ortaya çıkmıştı. Fen derslerim de iyi idi ama daha çok sosyal derslerden zevk alıyordum. Ortaokul son sınıfta Ayşe Öğretmen girdi matematik dersimize. Çok tatlı, çok hoş bir bayandı. Ben yine kızların arkasındaki sırada oturuyordum. Yani en ön sıralarda. Sınıfın en küçüğü; sevimli, utangaç ama oldukça başarılı bir öğrenci. Öğretmenlere kendiliğimden yaklaşamasam da onlar her zaman benimle ilgileniyorlar. Ama hiçbir öğretmenimin ilgisi onunki gibi beni mutlu etmedi. Hiç biri onun kadar yakın, onun kadar sıcak, onun kadar tatlı ve güzel değildi. Hep onu görmek istiyordum, hep onunla konuşmak, hep onun dersini dinlemek… Sanırım aşık olduğum, ilk ve son öğretmenim oydu. Yüzü, bedeni, sesi, her şeyi aklımdan silindi de, yüreğime bırakıp gittiği o doyumsuz sıcaklığı hala duyumsarım.

Önceki sayfa 1 2 3 4Sonraki sayfa

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Cok guzel yazmissiniz hocam sanki benim cocuklugumu anlatmissiniz su anda 50 yas sinirindaki birisine.insallah bir gun butun ulkemin okullarinda sizler gibi sevecen insani duygulari daha agir basan ogretmenler oluir. benimde iki kizim ogrtmen adayi onlaraonce iyi insan olmalarini ve yetistirecekleri yavrulara son derece sevkatle yaklasmalarini istiyorum ve oyle olacaginida umuyorum cunku ben onlari oyle yetistirdim

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu