ANKARA
“Ankara’ya bağımsızlık güneşi doğmuş, dağlardan, bellerden sesler aelir. Birliğin, dir-ligin, yeniden uyanıp varoluşun sesidir bu.
Dağlarda, köylerde, şehirlerde ulusal direnişin ilk çiçekleri açmaktadır. Genç, ihtiyar, çoluk çocuk… Herkes bir somun kara ekmeğe”
“BAĞIMSIZLIK GÜNEŞİ DOĞMUŞ ANKARA’YA DAĞLARDAN,
BELLERDEN, KÖYLERDEN BESLENMEKTE
O IŞIKLI ÇEKİRDEK.
BİR SOMUN KARA EKMEĞE
ÇETE YAZILMAKTA HERKES.
EL ALTINDAN YOĞRULMUŞ ULUSAL BİLİNÇ,
YEMEKTENSE İNGİLİZ’İN HAS EKMEĞİNİ
ÇARPIP YÜZÜNE,
ONURLU KARA EKMEĞE
BAĞLADIK GELECEĞİ.”
Yollar, dağlar, köyler
tutulmuş birer birer.
Köşe bucak İngiliz
ve hain Hilafetçiler…
Kıraç yollarından geçtik,
nice acılar içinde,
Kuvva-yı Millîye ateşini soluklayıp,
Dağ tepe demedik
aşıp geldik.
Söz ki tamama erişti;
Atlar kişner, Kağnılar gıcırdar,
yiğitler, kadınlar bağırır,
Kadın, erkek, genç, ihtiyar,
çoluk, çocuk…
Yaratılalı beri yer, gök
Böyle yangın görülmüş değil.
****************
“- İşte O!. diyordu.
İşte geleceğe uzanan el.
Göğü ve toprağı yaratan aşkına I..
İşte O!., diyordu.
Hiç bir acı rüzgâr gün boyu devam etmez.
İşte O!. diyordu.
Yandıysa yüreklerde kor ateş,
Gördüyse uyanan göz,
gerçeğe erişen söz…
YOLUNDAN DÖNMEZ.”
O, yaylada esen rüzgârcasına sert,
Yürekte narlanan ateş gibi yakıcı,
Güzün savrulan toprakça özgür,
Ağustos göklerine doğan güneş,
Gönüle örülen sevgi yumağı,
Ama, “geliyorum !” diyen ölümcesine mertti.
O, madde değil sanki
yüreğe işlenen dilekti…
– Ve dağ yürüyordu ardına bakmadan.
Ulu bir dev gibi öfkesini yumruklarına saklamış.
Ve dağ yürüyordu korkmadan.
Tek bir yürekçesine atan kurdunu, kuşunu.
Ve bilcümle yaratığı takmış peşine Ve dağ yürüyordu.
kartalın uçuşuna,
karıncanın yuvasına,
Günün batışına,
doğuşuna,
Ölüme, kalıma aldırmadan…
Sular çalkalandı, gökler dile geldi.
Demir kapıları sürgüleyen el,
Sarp kayalara “dur !” diyen güç
dile geldi.
Günyüzüne çıkmayan karanlıklar
güne geldi…