FİKRET KARADENİZ’İN “ŞİİRLİ BİR ETKİNLİK DOLAYISIYLA” ADLI YAZISINA GECİKMİŞ BİR YANIT

Uzun yıllardır Samsunlu sanatçıları bir çatı altında toparlayabilmenin uğraşısı içindeyim. Resmi olarak bu çatıyı çatamadık; ama “ Samsun Kent Sanatçıları Topluluğu ” adıyla bir grup oluşturabilmenin mutluluğunu yıllardır ya­şıyoruz.

İlk çalışmalarımıza “Şiir–Müzik Dinletileri” biçiminde sanatseverlerle buluştu. Kent Sanatçıları grubu ola­rak birbirimize omuz verdik, tüm çalışmalarımıza birlikte yön verdik.

Bu programlarda tiyatrocu dostlar şiirlerimizi usta­lara yakışır bir titizlikle canlandırıp dillendirdiler. Araştırmacı–yazar dostlar, sanatçı–yapıt incelemele­riyle bu gecelere destek verdiler. Değerli müzik sa­natçılarımızsa şiirlerimize eşlik ederek, emek ve alınteri kokan bu gecelere doyumsuz tatlar verdiler.

Programlar çoğunlukla Gazi Sahnesi’nde sanatsever­lerle buluştu. Yılda bir kez de bu prog­ramları daha kapsamlı olarak Öğretmenevine taşı­dık.

Bu yıl Öğretmenevinde gerçekleştirdiğimiz “Kent sa­natçıları Şiir–Müzik Gecesi”ne araştırmacı yazar Sa­yın Fikret Karadeniz’i de izleyici olarak davet ettik.

Yirmiye yakın şair, araştırmacı, yazar, halk aşığı ve müzisyen sanatçı dostumuzun yazar, halk aşığı ve müzisyen sanatçı dostumuzun yanında, sanatla iç içe alan yüzü aşkın izleyici dostumuz bizimle pay­laştı bu güzel geceyi.

Bir dost söyleşisi, sanatsal ürünlerimizin ilk elden sanat erbabı dostlarla paylaşma isteğiyle dolu dolu geçen bu hoş gecede, öncelikli amaç seçkin insanların bir araya gelip birbirinin farkına varması ve belki de bir bütünlük oluşturarak bir birlik kurma bilin­cini yakalamasıydı. En son ürünlerimizi bu seçkin toplulukta paylaşmak, üretmenin, üretebilmenin ta­dına bir gececik de olsa varabilmenin güzellikle­rini şöyle dokunabilmek de cabasıydı…

Şairler şiirlerin dillendirdiler. Araştırmacı yazar dostlar en yeni çalışmalarını sundular. Aşıklar geceye renk üstüne renk kattılar. Müzisyen­ler yüreklerin sesi olup dantel dantel dokudular en sevdalı türküleri, şarkıları geceye.

Sayın Fikret Karadeniz konuğumuz olarak katıldığı bu ge­ceyi Halk Gazetesi’ndeki “Selâm” adlı köşesinde uzun uzun eleştirdi. Aslında buna eleştiriden çok, sözleri iğneli bir fıçıda evirip çevirip büyük bir hı­şımla üzerimize boca etmekti de denilebilir.

Türk Dil Kurumu’nun “Resimli Türkçe Sözlük”ünde eleştiri; “Bir insanı, bir yapıtı, bir konuyu, doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işi” cümlesiyle tanımlanır.

Tanımdan da anlaşıldığı gibi eleştiride hem doğru hem de yanlış yönlerin ortaya serilmesi diye bir ko­şul vardır. Bunun en güzel yanı eleştirilenlerin, eleş­tirilerden pay çıkartarak daha iyiye, daha güzele doğru yönlenmesini sağlamaktır. Bizim de kapımız böylesi eleştirilere ardına kadar açıktır doğal olarak.

Fikret Karadeniz: “Sağ olsunlar Kent Savaşları Olu­şumu halka sanatsal katkılar getirme kararında!…”! deyip bizi ufakça aferinledikten sonra hemen kulak çekme bölümüne balıklama dalmış.

Şimdi adına eleştiri denilen bu uzun yazıdan alıntı­lar yaparak söylenenleri bir bir irdeleyelim:

“Sözel sanat ürünü, her zaman her yerde sunulmaz. Sanatsever kitleye uygun bir ortam gerektirir.”

*Şiir imgesi, simgesi, kendi öz müziğiyle ritmiyle ye­terli ise, bu kimliği ile, şairin sanatsal yaratım gü­cüyle ortaya çıkmalıdır.””

*Şiire dışarıdan orkestra nağmeleri basmak, sözel ola­rak yetkin olmayan bu verimi süslemek olur ki bu konumda şair bir vitrin sanatçısı, bir pazarlamacı ya da bir tezgahtara dönüşür.”

“Birilerinin odak noktası olmak için (popülizme) baş­vurmasına karşıyız. Deyim yerindeyse (esnaf zihni­yeti) dışlanmalıdır.”

“Şiirde var olan düşünselliği yok eden davul zurna ya da orkestra ortamından uzak kalmalıyız. Sözüm şiiri yapay müziklerle beslemek isteyenler içindir.”

“Oysa has şiirin baskın müzikle doldurulmasına ge­rek yoktur. Zayıf şiirleri müziklendirenler şiirin zayıflı­ğını, toplumdan kaçırmak için bu yola başvur­muş oluyorlar.”

“Serbest şiirler içinde, gözle okunması gereken tür­den şiirlerin bağırtıyla okutulması, hem şiire, hem şa­ire saygısızlığı içeren bir yanlıştır.”

“Sesli okumaya uygun, baba şiirlerin ise orkestrayı şutlaması gerekir…”

*İçkili bir (restorantta) yaşadığımız o muhabbet kay­nağı etkinlikte gördük ki, nice güzel şiirler çatal ka­şık gürültüsü ve sindirim olayıyla o (hengamede) güme gitmişti.”

“Bir sanat gecesinde, şairin değil, dinleyenlerin do­yuma ulaşması gerekiyor. Onu ketçapa batırılmış, hardallanmış bir sosis gibi sunanlar haklı olarak “sa­natı katlediyorlar” tepkisi alabilirler.”

“Mahalle düğünlerinde restoranlarda (konsomatris) mantığıyla şiirler okuyanların, şiir klipleri yapanların Türk şiirine katkısı olamaz.””

Fikret Karadeniz’in Halk Gazetesi’ndeki “SELAM” adlı köşesinde “Kent Sanatçıları Şiir ve Müzik Ge­cesi”ne yönelik eleştiri yazısı kısaca böyle.

Bu uzun eleştiri yazısından minnacık bir incir çekir­değini bile doldurmakta güçlük çekeceğimiz tek mantıklı eleştiri ise: “Şiirin müzik eşliğinde değil, çıplak sesle duyurulması…” dileğidir. Biz bu eleşti­riye katılmasak da yazarın kendi düşüncesidir deyip bu düşüncesine saygı duyarız.

Şiir, sonsuzun bir sözde arıtılıp, damıtıldıktan sonra, tat almasını bilen damaklara sunulmasıdır. Ama söz ne kadar damıtılırsa damıtılsın nihayet Tanrı sözü değil, bir insan yaratımıdır. Bu yüzden kimseyi bağlamaz, belli kurallar içinde boğmaz ge­reksiz törenlere tutsak etmez. O za­man herkes şiirini dilediği gibi oluşturur, dilediği or­tamda ve biçimde şiirinden tat alanlara sunar. Kimse şiirini okurken fon müziği kullandı diye Atilla İlhan’ı, Ataol Behramoğlu’nu, Ahmet Arif’i ve daha nice şiir sultanını ardı boş bir bilgiçliklerle suçlaya­maz.

Fikret Karadeniz üstüne üstlük “Şiiri müzikle sunma işini, yetkin olmayan bir şiiri pazarlamacı mantığıyla allayıp pullayıp sanatsevere yutturma” eylemi olarak da niteliyor. Şiirin ruhuna uygun gü­zel bir fon müziğiyle her yerde şiir severlere sunulan Nazım Hikmet şiirlerinin hangi pazarlamacı man­tıkla tüm dünya insanına yutturulduğunu doğrusu pek kavrayamıyorum (!)

Bir diğer cümlede ben ve benim gibileri, birilerinin odak noktası olmak çabasında yönüyle eleştiriyor.

“Birilerinin odak noktası olmak” ne anlama geliyor, pek anlayamadım; ama bu eğer sanatsal yaratımla­rımızı sanatseverlerle bir gececik olsun paylaşma is­teğimizse pes doğrusu. Bir sanatçının en yeni yapıt­larda paylaşabilmesinin neresi erdemsizlik ki?… Yir­miye yakın sanatçıyı üç saatlik bir programda in­sanlarla buluşturmanın neresi kötü olabilir? Sonra, kim kimin omuzuna basarak bir yerlere ulaşma ça­basına girdi de birileri haksız yere gerilerde kaldı? Herkes hakkı olan onar dakikasını kullandı, adaletli bir yaklaşımla, saygı ve dostluk içinde bir geceyi paylaştı.

Programı düzenleyen kişi olarak sorumlu ben olduğuma göre de bu “odak noktası “ da ben oluyorum galiba. Sayın Fikret Karadeniz’e göre onca sanatçıyı bir araya getirip onların sırtından meşhur olmaya çalışıyormuşum. Bu anlayışa ne demeliyim bilemiyorum. Ama benim programlarıma katılanlar iyi bilirler ki, planlamamın dışına çıkıp kimseye hak etmediği bir şeyi bağışlamam. O akşamki düzenlemede Fikret Karadeniz adı konuk listesindeydi. Bu yüzden de sahneye çağrılmadı. Bu beklenti içinde kendini öfkelere kurban vermeyecek kadar da irade sahibi olduğunu sanıyordum; ama üzülerek görüyorum ki umduğum olgunlukta bir davranış sergilemekten çok uzaklarda kalmış bu dostumuz.

Alıntılarda göze çarpan bir diğer noktada şu: “Or­kestra eşliğinde şiir okuma!”… Hemen her parag­rafta özellikle vurgulanmış bu söz.

Programımızda bazı şairler fon müziği kullandı, ba­zıları kullanmadı. Kullananlar da ise şaire ya bir bağlama ya da bir gitar eşlik etti. Fikret Karadeniz, ya orkestranın ne olduğunu bilmiyor ya da sözle­rinde alay kokan art bir niyet taşıyor.

Fikret Karadeniz’e göre şiir seslendirilmesi yasak olan (memnû) ve yasak olmayan (memnû olmayan) diye ikiye ayrılıyor. Seslendirilmesi yasak olan şiir­leri yüksek sesle, öyle olur olmaz yerde seslendir­mek büyük saygısızlıktır.

Programımızda şiirlerimizi yüksek sesle ve müzik eş­liğinde söyledik.  Yoksa bu saygısızlar (!) bizler mi­yiz?

Son bir alıntı daha. Şiiri fon müziğiyle sunmayı; so­sisi hardala, ketçapa batırarak müşteriye koşma (al­datarak kabul ettirme) çabasına benzetmiş.

Yıllar, yazanlar için dem üstüne dem demektir. Za­man dili inceltir, anlatımı daha etkin, daha zarif ve hoş bir hale getirir. Sözün imbikten geçmesi, damla damla damıtılıp, ondan tat alacak beyinlere sunul­ması öyle kolay bir eylem değildir. Zaman, birikim ve deneyim anahtarlarıdır bunun. Şarabın yıllandı­rılmasınca bir şeydir bu.

Yılların araştırmacı–yazarı Fikret Karadeniz’den bel­den aşağı vurmayan, çirkin argo benzetmelerden me­det ummayan, kaba saba söylemlere taviz verme­yen daha ince, zarif ve daha aklı başında cüm­lelerle örülmüş bir yazı beklerdim. Yıllar anlatı­mını yükselteceğine belden aşağılara çekivermiş, üzüldüm…

Birilerini eleştirirken kantarın topuzunu kaçıran bu yarım asırlık araştırmacı yazarın eleştiri anlayışı; her şeyin olumsuz yönünü görüp, karşısındaki ki­şiyi ya da kişileri ayaklar altına alıp paralamak, ele çamuru alıp karalamak anlayışı imiş meğer.

Fikret Karadeniz’in eleştiri diye bize sundukların­dan değil kullandığı cümlelerden ve sunuş biçimin­den (üslûp) rahatsızlığımdır öncelikli olarak belirt­mek istediğim. Bir dost toplantısında hem de da­vetli olarak gittiğin bir yerde kaleminden salçalar, so­sisler, mide gurultuları v.s. gibi şeyler damlarsa karşılığında da güler yüzlü teşekkürler bekleyemez­sin.

Onca yılın biçime sokamadığı, anlamlandırmakta yetersiz kaldığı, ayakları kırık sandalye örneği sırı­tan birkaç cümlesini ele alıp irdelemekten kendimi alamayacağım.

“Birilerinin odak noktası olmak için (popülizme) baş­vurmasına karşıyız.” Bu cümlede hem anlamsal hem de biçimsel olarak iki büyük yanlış yapılmış. Bi­rincisi üniversite sınavlarında “Anlatım Bozukluk­ları” konu başlığıyla geçer. Cümlede özne “birileri mi?” yoksa “onlar mıdır” belli değil. Yani cümlede bir anlam belirsizliği var. Hani kimi siyaset­çiler bir gün önce bir söz söyler de tepkiler gel­diğinde “Yoo ben öyle değil, şöyle demiştim…” diye eski sözünü yalanlar ya, işte öylesine bir cins­ten.

Biçimsel olaraksa parantezin kullanımında bir yan­lış­lık var. Sıradan insanlar için önemli olmayabilir; ama çok uzun bir zaman üniversitelerde, liselerde bu dersin (Türkçe) öğretmenliğini yapan yarım asır­lık bir eğitimci–yazar için önemlidir. Cümledeki po­pü­lizm sözünün Türkçesini kullanırsanız ancak ya­bancı sözcük olarak karşılığını parantez içinde kulla­nırsı­nız. Bu da küçük bir ayrıntı işte (!)

Bu konuda ikinci bir cümleden daha örnek vererek sö­zümüzü tamamlayalım.

“Ülkemiz (popülizm) kurbanı bir düzeni yaşarken, böyle bir yozlaşmayı zenginleştirmek hiçbir demokra­tik dünya görüşünü bu topluma lâyık görme­mek olur.”

Bu cümleden ne anladık şimdi? Yozlaşma kavramı olumsuzluk, zenginleştirmek kavramı olumluluk an­lamı içerir. Cümle içinde olumsuzluk içeren bir kav­ram olumluluk içeren bir sözcükle anlatılamaz.

“… hiçbir demokratik dünya görüşünü bu topluma la­yık görmemek olur”sözünde de anlatım açık değil. Cümle “hiçbir demokratik dünya görüşünü….” ye­rine “… demokratik bir dünya görüşünü…” biçi­minde baş­lamalıydı.

Son noktamız Ziya Paşa’nın ünlü Terkib–i Bend’inden bir beyitle. Ola ki kulaklara küpe olur, akılları yola getirir, adımları yanlışlardan sakındırır.

Yıldız arayıp gökte nice turfa münecccim  /Gaflet ile görmez kuyuyu reh–güzerinde.”

“ Gökte yıldız arayan nice acemi münecim (yıldız falı bakan kişi) dalgınlıkla kendi yolunun üzerindeki ku­yuyu görmez.”

 

25 Temmuz 2003

 

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Cevap yazın mükemmel Çavuşoğlu. Fakat gecikmiş cevap derken, yazının altındaki tarih 25.Temmuz.2003,İşin aslını pek anlayamadım doğrusu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu