KILICINDAN AŞK DAMLAYAN YİĞİT

Cesur aşkparamparça yıldızlar dökülmüştü eteklerine
ay ışığına bulanmış suskun tepelerin
sol göğsünün derinlerinde kızgın lâvların tortusu
kılıcından aşk damlayan yiğit, yaşamın yeşil dallarında umudun
o bitmez tükenmez türküsüne sarınıp çalıyordu külüngünü
böğrüne böğrüne, en geçitsiz, en sert kayaların

doyumsuz, sanrılı düşlerin elleriyle sunulan
en yakıcı, en sancılı bir aşktı gözlerinde
ve acının karanlık duvarlarına atılan
en hüzünlü bir nakıştı ölüm

nasıl bir tükenişti dallardaki kuş cıvıltılarının ölümü
tarlada yeşilin / gökte mavinin
işte öylesine deprem / işte öylesine kan revan
ve işte öylesine dehşetten bir ölüm toprağıydı
düşlerine serpilen

Ferhaat, dedi/ bitimsiz güzelliklerin nakkaşı Ferhaat
sen ölümün rengine bürünmüşsün gayrı

zaman dönüşsüz karanlıkların kuytu gölgelerinde
titredi, sustu bir an
ha çöktü çökecekti yalçın kayaların hükmü
su sabırsızdı, ölümüne açtı
ve yalansız, baş eğmesiz çılgın akışlarına bırakıp da kendini
özgürlüğün o dayanılmaz coşkusuyla akıp gidecekti

dalında çiçeğin, meyvede böceğin can muştucusu Ferhaat
suyun sesini dinle/ Şirin’ce sesleniyor bak

son kez isyan etti Şirin’in yokluğuna
gidip de dönmeyenler aşkına, gelip de görmeyenler aşkına
sevip de ermeyenler aşkına, deyip, hayy, etti, böğrüne böğrüne,
yıkılmaz sanılan o yalçın ve sert kayaların…

Şirin gözlerinin içindeydi
en taze umutların üzerine çöreklenen o karanlık tortu tükeniyordu azar azar
siliniyordu bitmez tükenmez çırpınışlarıyla
tutsaklıkların ve baş eğişlerin/ utanca bulanmış karabasan suskunluğu

az ötedeydi su/ kırıp da son prangalarını
bitimsiz özlemlerin kora kesen en berrak yüzüyle,
coşup da gelecekti

gün doğacaktı yine/ çiçeklenecekti damar damar kurumuş toprak
gülecekti yeniden, yeşilin, mavinin
ve çocukların pembe düşlerle bezenmiş o temiz yüzü

Ferhaat, dedi,
suyun sesini dinle/ Şirin’ce sesleniyor bak
güm, güm, güm…
dağlar karşı durdu bu bitimsiz darbelere, yollar geçit vermedi
durmadı bir an bile, usanmadı Ferhat,
göğsünün derinliklerinde kocaman bir dev saklıydı sanki
yer gök inliyordu…

çaresiz annelerin acılı dualarıydı damarlarında kükreyen o asil güç
susamış dudakların yangılı çığlıklarıydı yüreğinde biteviye yankılanan

ölümün gölgesi düşse de yorgun tenine
sana ölümle kurtuluş yok/ sana ölüm yok Ferhaaat…

bir serçe parmağı su sızdı kayaların arasından
Şirin sandı/ su, Şirin gibi sesleniyordu
özlemini en acılı ateşlerle dağladı, sarıldı yeniden külüngüne
soluksuz son bir darbeyle yarıldı kayaların yüreği
Ferhat açtı yüreğinin kapılarını ardına kadar
gürledi su
coşkun bir haykırışla boşaldı tüm zincirlerinden
attı kendini köpürüp gelen coşkun suların kollarına
Şirin kokuyordu toprak, Şirin kokuyordu su

ölüm ve dirim aynı kapta sunuluyordu
yaşamın en gölgeli bahçelerinde
artık gün ayan beyandı/
ikinin hükmünden sıyrılmıştı zaman

iki yoktu
bir
aşktı

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu