Nurettin Taşçı ile Söyleşi
Sevgili Nurettin TAŞÇI; uzun zamandır tanışıyoruz öyle değil mi! Gerçi bu tanışma henüz anlık iletilerden çok öteye geçememiş olsa da, bana “şişko” demenizden, birbirimize yakın olduğumuzu anlıyorum. Bu yakınlığa dayanarak, çok samimi bir söyleşi yapalım, ne dersiniz?
1) İlk olarak Orhan Pamuk ile başlayalım. Türkiye’nin “tartışmalı” bir Nobel Ödülü var artık! Siz bu konuda neler söylemek istersiniz? Pamuk ödülü hak etti mi? Ödül, Pamuk’un mu, yoksa Türkiye’nin mi? Bu ödül kimin?
Bence tartışmalı olan Nobel değil. Her konuda olduğu gibi tartışma zemini başka yönlere kaydırıldı. Pamuk’un romancı kimliği tartışılmıyor da söylediği iddia edilen sözleri tartışılıyor. Ödülü şimdi Orhan Pamuk aldı. Ancak birkaç yıl sonra, her yerde Türk Romancılığı ödül aldı diye söylenecek.
2) Peki, kenarından dokunduk siyasete. Bir edebiyatçı gözüyle Türkiye’deki siyasetin durumu nedir? Nereye gidiyoruz?
Türkiye’de siyaset, hamasi nutuk demek. Kim masaya daha hızlı vurursa onun ardına takılıyoruz. Palyatif çözümlerle günü kurtarmanın hesaplarını yapıyoruz. Teorisyenlerce gelecek için üretilen, geliştirilen hiçbir politika yok. Siyasilerimiz ancak cenaze törenlerinde bir araya geliyorlar. Ya da bazen bir kaza sonrası, karanlık ilişkiler yumağı halinde görüyoruz onları fotoğraflarda. Siyasetçi kendisi ile siyaseti de tüketiyor böylelikle. Ne inancım ne heyecanım var, siyasi açıdan. Sanırım birçok kişi benimle aynı duyguları paylaşıyor.
Edebiyat ve siyaset birbirine yakışmıyor. Asıl söylemek istediğin sanırım ideoloji. İdeoloji için edebiyat bir araç olabilir. Bu çerçeveden baktığımda insandan yana olmak her sanatçının öncelikli yükümlülüğü olmalı. Pek çok sanatçı durduğu yeri beğenmiyor, bunu sürekli şikayet etmelerinden anlıyoruz, ama yer de değiştirmiyor.
3) LacivertSanat Dergi için düzenlediğimiz bir ankette, katılımcılardan biri, “sanat ve onun güttüğü politika iç içe olmalı” şeklinde bir öneri sunmuş. Siz nasıl yaklaşıyorsunuz bu konuya, edebiyatçılar siyaset yapmalı mı?
Katılımcının bu sorusundan “sanat politika güder” gibi bir ön anlam çıkmış. Sanatın açılımında aykırılık vardır öncelikle. Güdülere aykırıdır. Sanatçı da öyle. Bana göre edebiyatçının görevi durumdan vazife çıkarmak değildir. Doğruyu dile getirmeli, yol göstermelidir. Yürütme aşaması edebiyatçının görevi değildir. Aksi halde edebiyat yapılamaz.
Katılımcının LacivertSanat’ın yayın politikası oluşturmasına yönelik önerisi bence dikkate alınmalı.
4) Geçelim aşka… Benim şu son aylarda aşkla bir alıp veremediğim var. Acaba diyorum bazen, ben aşkı mı tanımıyorum! O nedenle soruyorum hep konuklarıma, nedir aşk?
Aşk, engeli olmaktır. “Allah kurtarsın!” desem mi, demesem mi; sen karar ver.
5) Nurettin Taşçı’nın şiir ve yazılarında aşkın yeri ne kadar? Yoksa siz de sadece aşkla beslenen kişilerden misiniz?
Aşk, her şeydir. Avuçta yürek, kovanda bal, tarlada başak… dokunsan çatlayacak ustura ağzı bir ten. Kimseye vaat edilmeyen yarınlar… kınından uzak huzursuz bir hançer ki, çıplak… aşk, her şey kere her şeydir.
Hayır, sadece aşkla beslenmiyorum. Hayal izlerim ve sonsuzluk besliyor beni… deli çığlıklar, biriktirdiğim yüzler, uzun göçlerim…
6) Aşkın işinize yansıdığı oluyor mu? Ne bileyim, ‘ben âşık olduğumda, daha güzel şiirler yazıp, daha iyi bir dergi hazırlıyorum” diyor musunuz?
Aşk, her şeye yansır. Gülüşlerinize özellikle. Nasıl güldüğünüz aynanızdır.
7) Söz dergiden açılmışken, Ada’dan söz edelim. Nasıl ortaya çıktı Ada, neler güdüyor, neler yapıyor?
Edebiyatın Tanrıları böyle istedi. Edebiyatı en iyi bilenlerin, dergilerinin sayfalarını ve kapılarını bilmeyenlere kapatmaları ADA’ nın çıkışına temel oluşturmuştur aslında. Günü geldiğinde uzun uzun anlatacağım. Yukarıdakiler rahatsız olmasınlar şimdi.
8) Zor bir iş değil mi dergicilik, hem de bir edebiyat ve sanat dergisi çıkarmak! Sizi en çok zorlayan nedir, hangi sorunları yaşıyorsunuz dergiyi çıkarırken? Yeni dergi çıkaracak olan arkadaşlarımıza önerileriniz olacak mı?
Her şeyi yalnız yapmak zorluyor beni. Herkes ürünlerinin hemen dergide çıkmasını istiyor. En çok da kendisinin Türkiye’nin en iyi şairi olduğunu söyleyenlere açıklama yapmak zorluyor.
9) Buradan da lacivertsanat.org’ye zıplayalım. Nasıl gidiyoruz, neler yapmamız gerekiyor, eksiklerimiz neler?
Sizin web sayfanız çok kalabalık. Gelen ürün çok olduğu için sayfa da böyle olmak zorunda mı?
10) Ve gelelim şiire efendim. Nurettin Taşçı bize şiiri tanımlar mı?
Şiirle ilgili bayağı bir konuştum aslında. ADA’nın 13. sayısında “şiir canlıdır” başlıklı yazımı aynen buraya aktarmak isterim.
Şiir Canlıdır Canlı olan şiirin; iç içe geçmiş solukların tapınaklardaki izi gibi, soyağacının olması gerekir. Tek bir atadan çıkma olasılığı olmayan şiirin; varsayımlar batağına saplanmadan, özünün değiştiğini söyleme olanağı da yoktur. İleti ve gizyazıdan oluşan şiir; her canlı gibi kendine benzeyen bir şeyle başlar. Üremenin tek biçimliliğiyle devrimci değişmenin getireceği yenilik arasında verilen kavga sonucu evrimleşir. Sevişir ve doğurgandır. Benzerleriyle birleşebilir, kendini aşan bir bütüne de karışabilir. Uçucu ve genleşen bir nesne gibi uzam içinde sınırsız yolculuklar yapabilir ve her dönemeçte yeni bir yüzle karşımıza çıkabilir. Ölümle yok olmaz. Bir cesedin doğa güçlerinin eline düşmesi gibi yeni bedenlere dönüşür. İlk tasarı, duygusal durumlarınızın yaralanması, örselenmesiyle size bakan göze dönüşür. Önceki basamaklarda hiç bilinmeyen ilkelerle de kuramlanabilir. Simgeleştirme gücü uyarı ile ime, duyuları harekete geçiren im de uzaktan etkili namlulara dönüşür. Şiirde doğrudan ölçülemeyen imge düzenekleri; ışık, ses, tat olarak algılanır. Şiire petek gözlü büyüteçle bakmalıdır. Sözcükler ve dizeler arasındaki ilişkiler hem biçimin hem devinimin bükülgenliğini yorumlarken geçmiş yüzyılların biriktirdiği alışkanlıklardan bazen yararlanmak bazen de kurtulmak gerekir. Düzeyi ne olursa olsun her çözümleme, bir sonrakinin dayanağı olur. Kendini göstermek için bedensel çekirdeğinden kollar çıkarır; dokunmak ister; milyarlarca imgelemin gücünü taşır bu dokunuş. Hazzın sivri ucunun dokunduğu an, onu sezmeye başladığımız andır. Tüm birikim, düşünce ve izleklerinize bakar şiir. Onu tanıdığınızdan daha iyi tanır sizi. Ve damgalar. Çözüm anahtarının doğru ve tutarlı olması gerektiği ‘gizyazılı bir test’tir. Yaşlanma düzeneğini bilmediğimiz evren gibi, şiirin yaşam süresini, belli bir sınırın ötesine uzatma olanağımız da yoktur.
11) Yaşadığımız çağ, hızlı ve tam anlamıyla bir karmaşa. Aslında bu karmaşa seçeneklerin çokluğundan ileri geliyor olsa gerek. Eskiden tek bir televizyon varken, şimdi yüzlerce olması gibi sanırım. Bu çokluğun şiire yansıması nasıl oluyor?
Çokluk sözcüğünün üzerinde durmak lazım. Nitelik ve niceliğin birbirine karışması gibi bir durum söz konusu. Şiirsel denemelere şiir deniyor çoğu kez. Bu durum aslında önderlik etmesi gereken yetkin ve etkin kalemlerin yer aldığı ortamlarda destekleniyor. Hoş ve şirin görünme arzusu mu nedir bilemiyorum. Şiir her şey içindir.
12) Türk Şiiri’ni de konuşalım. Türk Şiiri nerede, nerede olmalıydı ve neden?
Türk şiiri çok güzel bir yerde aslında. Son dönemde inanılmaz bir yazar ve okuyucu kitlesi oluşuyor. “Tek üzüntüm kendimden başkasının okunmaya değer olmaması!” Bu tümcedeki ironi nedeniyle umarım hesap vermek zorunda kalmam. İroni yaptığımı burada açıklamak zorunda kalmam da diğer üzüntüm.
13) Bana şiirle eşdeğer bir karşılaştırma yapabilir misiniz? Neden?
Şiire eşdeğer hiçbir şey yoktur bence. Hatta aynı şairin iki şiiri bile bir birine eşdeğer olamaz. Hiçbir yaşam diğerinin benzeri olamayacağı gibi bir şey bu.
14) Okunmasını önerdiğiniz kitaplar hangileri? Siz en son hangi kitabı, neden okudunuz veya okuyorsunuz?
En son okuduğum kitap Sıddık Akbayır’ın “Edebiyat Karın Doyurmaz Çay İçirir” Adlı muhteşem kitabı. Ve mutlaka okunmalı. Ocak ayında çıkan ilk baskısı her an tükenebilir. Edebiyat dünyasının bana göre en iyi portreleri otuz iki kısım tekmili birden bu kitapta yer alıyor. Sıradan olmayan bir tarzla yazılmış kitaba sahip olmak ayrıcalığını okuyan herkes tadacak.
15) Eh, sizi tanımayı sona bıraktık. Kimdir Nurettin Taşçı?
Şöyle garip bencileyin biri işte. Nöbetçi deli tanımına uyuyor diye düşünüyorum.