ANADOLU DESTANI – Ahmet ÖZER
** Türkçe sözlükte destan maddesinin karşısında şu açıklamaya yer veriliyor : 1. Bir kahramanlık öyküsünü ya da bir olayı anlatan, koşma biçiminde, ölçüsü on bir hecelik halk koşuğu 2. (Daha çok eski çağların) kahramanlık öykülerini, ulusların, Tanrılar’m, yiğitlerin savaşlarını ve başlarından geçenleri anlatan büyük koşuk yapıt.
Zekeriya Çavuşoğlu‘nun “Anadolu Destanı” adlı yapıtı bu tanımın, bu yorumun hangi ölçeğine vurulur diye düşünüyorum. Her ne kadar belirgin bir ölçüden yana yapıtını oluşturmamışsa da “kahramanlık öyküsü” ekseninden bir an olsun dışarı çıkmamaya da özen gösterdiğini görüyoruz. Evet bir kahramanlık öyküsüdür şiirlere yayılan ve bu görevin yansıtılmasında kendini sorumlu duyanlardan biri de şair Zekeriya Çavuşoğlu‘dur.
Kurtuluş Savaşımızın örnekliği,başlangıçtaki tekliği, dünya halklarının bağımsızlık ve özgürlük savaşımına kapı aralaması Türk insanının yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde kazandığı başarı, pek çok şaire yazdığı şiiri destan boyutunda sunma esini vermiştir. Nazım Hikmetten Ceyhun Atuf Kansu’ya, Cahit Külebi’den Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya kimi şairlerimiz ülkemiz insanının o olağanüstü çabasını, bu çabanın önderi Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde gerçekleştirilen bağımsızlık savaşını, değişik açılardan ele alan şiirler yazdılar. Bu olağanüstü direnişi yansıtan daha nice şiirlerin de yazılacağı bir gerçek olsa gerek.
“Anadolu Destanı” kavram olarak Anadolu’nun binlerce yıllık tarihi içinde nice yaşamları anlatmış olsa da bir yerde 1919 – 1922 yıllarını içeren ölüm kalım günleridir dile getirilen, Zekeriya Çavuşoğlu bu tarihlerin sınırım biraz daha geniş tutarak söze Çanakkale’den başlar. Uzak geçmişini de içine alan bir İmparatorluğun insanının nereden nereye geldiğinin bîr kesiti verilir önce. Ardından dünya insanının tanıklığında 13 Mart 1915 anlatılır. Gelibolu günlüğünde Hamilton’un dile getirdiği gerçeklikten Bouvet Zırhlısına, Nusrat mayın gemisinden Mustafa Kemal Paşa’nın askerlerinin yüreğine kazdığı “Ben size taarruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum” sözünde düğümlenen kan çiçekleri’ne, hayatın salıncağında savrulan ölüm – kalım savaşının bir ince dokumayla yansıtıldığına tanık olunur.
Çanakkale’den geçen insanlık, birden kendini bir başka savaşın içinde bulur. Bu Kurtuluş Savaşıdır. Hasan Tahsin’le başlayan kıvılcımın tüm yürekleri saran alevi, adım adım Samsun’da, Erzurum’da, Sivas’ta büyük yangınlara dönüşür. Ân-tep’ten, Urfa’ya, Maraş’tan ilk hedef olarak belirlenen İzmir’e akıp giden bir kurtuluş sevinci, bütün ülke insanının nabzında atar, kurtuluşun ardından bir başka savaş başlar : Bu uygarlık savaşıdır, gerçek ve zor savaştır.’
Zekeriya Çavuşoğlu, “Anadolu Destanı “nda Türk insanının gerçekleştirdiği büyük başarının bir tanığı olarak görür kendini. Şiirde bu insanın serüvenine katılır. Örneğin “Yürüdük kuş uçmaz sahralardan / doğan güne… / çizdik alınyazımızı / bileğimizin gücüyle yeniden…” dizeleri bu yargımızı doğrular. Şiirde anlatılan her konunun oluşturduğu duyarlığa, biçimsel özler taşınır. Şiir biçimsel arayışların yanı sıra, değişik söylemlere kapı aralar:
“Bir oğul vermeyile gök yıkılmaz yal… dediler / Bin oğul vermeyile kara yer batmaz ya!,,, dediler. ” dizelerinde söylemin bir koroya akış sağladığını görürüz, Çavuşoğlu şiirini zaman zaman tarihsel bilgilerle donatır, Kitçhener’den, General Liamilion’un “Gelibolu Günlüğü’nden, Ruşen Eşref Ünaydın’ın “Mustafa Kemal ile Mülakatından, Mustafa Kemal Paşa’nın savaşın yazgısını değiştiren sözlerinden alıntılar yapılır. Bu alıntılara, er Ri-ley’in evine yazdığı mektubun bir bölümü eklenir, İzmir’in işgal günleri, Amasya toprağı, Erzurum ve Sivas’ı sarsan heyecan, Tıbbiyeli Hikmetin çınlayan sesi, Maraş ve Ântep’in dövüşken halkının yurt savunması, İnönü Savaşlarıyla kazanılan zaferin moral gücü ve Metrisiepe bilinci katılır. Sonuç, devrimlerle tüm sesimizin uygar dünyaya tanıtılmasıdır. Mustafa Kemal, kurtardığı ülkenin insanına, kurduğu Cumhuriyetle gelecekte yürüyeceği yolu çizer.
Zekeriya Çavuşoğlu, “Anadolu Destanı“nda bu destana konu olan insanın yaşamına sokulurken, tarihsel gerçekliğin ekseninden ayrılmamaya özen gösterir. Şiirini de bu gerçeklik içine oturtur. Sözcükler kullanılan yalın dil, bu alevin, bu yangının ısısını taşır. Kimi zaman sözcük yinelemele-riyle dizelerin anlamını okurun yüreğine kazarken, kimi zaman da dizelerin ritmine anlamın büyüsünü katar. Şiirin yapısına katılan yazılarla anlamın doğrulanması ve desteklenmesine gidilir. Yer yer hece ölçüsüne yaslanan anlatım da dizelere çok sesli bir söylem gücü katar:
“Meydan ölümün şimdi, biçilen ekin değil İnsan ruhunu yenmek çelikle mümkün değil'” Çavuşoğlu, “destan”da, bilinen tarihsel süreci izler. Bu sürecin getirdiği birikim, insanın yüreğine kazılan direnç, yaşanan gerçekliğin çerçevesine sığdırılır. Geniş bir bilgilenme ile de şiirine yelken açar.
Ve bir gerçek, düzyazı alıntılarında dil biraz daha özen istiyor. Vazife sözcüğü, içtimai heyet ‘kavramı’ ifade sözü, “ulusal eğitim” söyleyen bir şairin kitabında yer almamalıydı. Bir de gönül, Çanakkale denince Mustafa Kemal Paşa’nın ANZAC’lara hitaben söylediği sözleri anımsamak istiyor.
Zekeriya Çavuşoğlu, üzerinde yaşadığımız nice emek ürünü toprağın anlamına şair yüreğini katıyor. Bu anlatım, okura, toprağına sahip çıkma bilincini de aşılıyor. Bu az şey midir ? Çavuşoğlu‘nu Anadolu Destanı‘yla oluşturduğu yurtseverlikten, şiirimize kattığı düşünce ve duyarlıktan dolayı kutluyoruz.
* Kıyı Dergisi – Trabzon ** Türkçe Sözlük, 6. basım, TDK yayınları, Bilgi Basımevi, Ankara 1974, S : 218
bence çok güzel olmuş. ben beğendim